31 Ocak 2020 Cuma

İklim Değişikliği Politikalarının Başarısızlığı Üzerine I

Sosyal bilimlerin iklim değişikliği politikalarının başarısızlığına ilişkin vereceği yanıtlar disiplinlere özgün olarak çeşitlidir. Sosyal bilimlerin çalışma alanları bireyden toplumsala ve kolektif olana insan eylemlerinin muhtelif yönlerini araştırmaktadır.1 Dolayısıyla, böyle bir başarısızlığın psikolojik, sosyolojik, politik ve uluslararası politik olmak üzere farklı boyutları vardır. Örneğin, dış politika karar alma süreçleri iç politik baskılardan etkilense de iç politikayı oluşturan faktörlerin kendisi de belirli yapı ve süreçler tarafından oluşturulmaktadır. Ya da tam tersine, psikolojik faktörler karar alıcı düzeyde sonuçlar doğurmada etkili olsa da tekil vatandaşların algıları politikaları tetiklemede yetersiz kalmaktadır. Yine de bireysel olandan kolekftif alana bu soruları sormak, gerekli çözüm alanlarını belirlemek yönünden anlamlıdır. İnsanlar neden günlük yaşamlarında küresel iklim değişikliğine kayıtsız kalmaktadırlar? Alternatif enerji kaynaklarının kullamı niçin tek başına yeterli değildir? Neden politika gündemimizde iklim eylem planı gibi konular yer almamaktadır? Uluslararası politikada devletler arasında işbirliğinin başarısızlığının nedenleri nelerdir? Bu blog yazısı kabaca bu sorulara yanıt aramaktadır.

İnsanlar günlük yaşamlarında farkında olmadan binlerce kararlar alırlar. Bu, çocukluktan erginlik dönemine ve yaşlılık dönemine kadar sürekli artarak yenilenir. Gündelik yaşamın tekrarlılığı ise insanları belirli yaşam biçimini sürdürmesine neden olur (Bu yaşam biçimi de yeni gelen trendlerle benzer şekilde yeniden şekillenir2). Genellikle, okula ya da işe gidip gelirken aynı yolu takip ederiz. Çok az bir kısmımız farklı bir yol seçeneğini denemişizdir. Dolayısıyla, kazanılmış bilgi olarak tecrübelerimiz bizi belirli hantallığa düşürür. Bu yüzden de yaşamımızda bireysel eylem gerektiren bir çok konu bu hantallık içine gömülüdür. Bu süreç boşlukta gerçekleşmez, diğer farklı bir çok şey tarafından tetiklenir ve yönlendirilir. Örneğin, iletişim kanallarımız sadece dünyayı algılama biçimimizden değil, aynı zamanda gazetelerden ve televizyon haberlerinden etkilenmektedir.

Kabaca, evrimsel olarak insan beyninin dış tehlikelerin boyutlarına göre bir savunma geliştirdiği bilgisinden yola çıkarsak, o zaman bu tehlikelere ilişkin sunduğumuz refleksin boyutu da ona göre şekillenecektir.3 Bu Anthony Giddens’in tanımladığı Giddens paradoksuna denk gelmektedir. Tanım, küresel ısınmanın yarattığı tehlikeler günlük yaşamda somut, acil veya görünür olmadığı için, birçoğunun ellerinin üzerinde oturacağı ve somut bir şey yapamayacağını belirtiliyor.4

Peki biyolojik yapımız tüketimlerimizin ve dolayısıyla çevreye ilişkin zararlarımızın temel nedeni midir? Ya da başka bir ifadeyle, algılarımızı şekillendiren psikolojik bariyerlerimizi önlediğimiz zaman bireysel tüketimlerimizi azaltacağımızı söyleyebilir miyiz? Yanıt, büyük oranda ‘hayır’ olmaktadır. Marx’ın ifade ettiği gibi, insanlar tarihlerini yaparlar ancak kendi belirledikleri şartlarda değil. Faruk Yalvaç’ın söylediği gibi, ‘toplum bilimlerin varlık nedeni, insan deneyimlerini ve toplumsal olayları zorunlu kılan ve düzenleyen altta yatan ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır.  İnsanlar bu toplumsal ilişkilerden haberdar olmayabilir. Bu nedenle hakim toplumsal yapıları çıkararak ve nasıl işlev gördüklerini göstererek toplum bilim eleştirel ve özgürleştirici bir rol oynar.’5 Bu yüzden bireyi sınırlayan yapıların gösterilmesi gerekir.


1.  Psikoloji: Güdülenmiş Mühakememiz ve İklim Değişikliği
Psikoloji temel olarak insan davranışlarının ve onu belirleyici etkenlerinin incelenmesidir.6 Bireysel ve toplam tüketimlerimizin kümülatif olarak etkisi çok yüksek olmaktadır. Örneğin bir araştırma, Birleşik Devletler’de hanehalkının doğrudan olarak evlerde ve işdışı seyahetlerini içeren eylemlerinin (ısıtma ve araç kullanımı) ulusal karbon salınımın %38’ini oluşturduğunu göstermektedir.7 Bu, ülkedeki diğer tüm sektörlerden ve Çin hariç diğer tüm ülkelerden daha fazla emisyon salınımı oranını doğurmaktadır. Bireysel eylemlerimizin psikolojik olarak nelerden etkilendiğini ve ne ile şartlandırıldığını bilmek ona yönelik politikalar geliştirmek yönünden gereklidir.8

Psikolojik olarak ‘algı’ (perception) kavramı bilgi, inanç, davranış, endişe, algılanılan tehdit gibi çeşitli inşalardan oluşmaktadır. Bu tanımlamaları konuya ilişkin olarak insanın içsel temsillerinin (belirli sosyal süreçler ve kültürel bağlam tarafından şekillendiğini de kabul ederek)  bilişsel (cognitive), duygusal (affective), değerlendirici (evaluative) boyutları olarak gruplandırmak mümkündür.9   Kabaca, epistemolojik biliş (epistemic conginition) içine dahil edilebilecek olan  bilişsel bilgimiz güdülenmiş mühakememiz (motivated reasoning)10 tarafından etkilenmektedir. Böylece, yorumlarımız yerleşik inançlarımız, dünya görüşümüz ve ideolojilerimizin süzgecinden geçmektedir (dünyanın düz olduğuna inanan insanları düşünün).

İklim değişikliğine yönelik insanların yaklaşımı belirli faktörler (riske maruz kalma, kültürel değerler, politik bağlam) dolayısıyla çeşitlilik göstermektedir.11 Cinsiyet ve yaş farklılığı gibi olgular sorunun kabulüne ilişkin farklılık ortaya koysa da12 Whitmarsh ve Capstick’e göre, değerler, dünya görüşü ve ideolojik faktörler son kertede güçlü belirleyicidirler.13 Örneğin, muhafazakar ve liberal parti üyeliği sizin iklim değişikliğine şüpheci veya destekleyici bir tutum takınacağınızın belirleyicisi olabilir. Diğer taraftan genel bir değerlendirme yapılırsa, iklim değişikliğine ilişkin algılanılan engellerin ortaya konulması gerekir. Bu anlamda en kapsamlı çalışma  Robert Gifford tarafından yapılmıştır.14 Gifford yedi kategoride toplam otuz algılanılmış engel tespit etmiştir. Bir sonraki blog yazısında ayrıntılı olarak paylaşılacağı için şimdilik bu kısımı burada sonlandırmak gerekiyor. Bununla birlikte başka bazı kavramları burada paylaşabiliriz; (Future Discounting, Risk Perception, Solution Aversion, Anchoring, Wait and See Attitudes, Positive outcomes about future and etc.) Son olarak şunu söylemek gerekir ki, insanlar arasında alternatif enerji veya ev aletleri kullanımında çoğu zaman gözlemlenen şey, ilk dönem kullananlarda statü kaynaklı olduğu ve genel olarak ise bütçelerinde hafiflemeye neden olduğu için tercih ettikleridir. Ya da tam tersi, birçok insan pahalı olduğunu düşündüğü için tercih etmemektedir. ABD özelinde yapılan başka ampirik çalışmalarda ise insanların enerji tasarrufu konusunda yanlış algıda oldukları gözlemlenmiştir. İnsanlar ev aletlerini değiştirmek yerine daha çok ışıkları kapamak vs. gibi yöntemlerin faydalı olduğuna inanmışlardır. Bu yüzden kıyamet senaryolarını dile getirmeden önce bu tip pratik çözümlere yönelmek ve doğru bilgilendirme psikolojide önemli görülmektedir.


2. Sosyoloji: Sosyal Yapıların Önemi ve Bodrumdan Bi’ Aşağısı (A Subfield of A Subfield) olarak İklim Değişikliği
‘Sosyologların çevre sorunlarının önemini anlamaları oldukça zaman almıştır.’15  Sosyoloji üzerine ABD’de en çok satan 11 ders kitabını inceleyen En-Lui ve Szasz, (ders kitaplarının genelde içerik kısmındaki başlıkların önem sırasına göre dizildiğini dikkata alırsak’) bu kitaplardan dokuzunun çevre başlığını son bölüme veya son bölümden bir önceye yerleştirdiğini, birinin konuya dair hiç yer vermediyini ve genellikle bu bölümlerin de ‘popülasyon, şehirleşme, çevre’ gibi üçlü altbaşlığa sahip olduğunu göstererek çevrenin sosyoloji kitaplarındaki yerini alt-alt alan’ (a subfield of a subfield) olarak tanımlamışlardır.16  Diğer taraftan Uluslararası Sosyal Bilimler Konseyi’nin bir araştırmasına göre ise bu alanda yapılan yayımların sadece %3’ü sosyologlara aittir.17

Sosyolojinin çevreye ilişkin konuları ihmal etmesi pratik nedenlerden kaynaklanmamaktadır. Ontolojik olarak, çevre, insanın doğa üzerindeki bağımlığını aştığı 19. yüzyılın bir ürünü olarak ortaya çıkan modernist değişim sürecinden doğan sorunları, dolayısıyla, sosyal olguları inceleyen sosyoloji biliminin dışında bir alan olarak kabul edilmiştir (örn. Durkheim’e göre, toplumsal olgular sadece diğer toplumsal olgularca anlaşılabilir18). İnsan merkezci ve toplumu biofiziksel çevrenin dışında gören, teknolojik gelişmeye, ekonomik büyümeye, ilerlemeye olan inançla ve tüm bunların süresiz olacağına inanan Batı kültüründen etkilenmiş klasik sosyolojide çevre konusu yer edinememiştir.19 Klasik sosyolojiye yönelik bu eleştiri ilk defa Çevre Sosyolojisi’nin yeni bir alt disiplinin olarak ortaya çıktığı 1970’lerde Riley Dunlap ve William Catton tarafından yapılmış ve bu dönemi ‘İnsan İstisnalığı Paradigması’ olarak adlandırarak buna karşı kendi Yeni Ekolojik Paradigma’larını sunmuşlardır.20 Bu ayrım bugün çevre sosyolojisinde en yaygın kullanılan tipolojidir.21
Sosyoloji neden psikolojik faktörleri incelemenin yetersiz22 ve iklim değişikliği politikalarının başarısız olduğunu sosyal düzenin mikro, mezzo ve makro boyutlarını23, dolayısıyla, sosyal yapıları, kurumları ve süreçleri göstermesi yönünden önemlidir. Bu anlamda, Giddens’in söylediği gibi sosyolojinin konusu eksik anlaşılmaktadır. Sosyoloji insanların gruplar halinde nasıl davrandığına ilişkin bir şey değildir; ‘Sosyolojinin konusu toplumun bizi nasıl yönlendirdiği ile bizim kendimizi nasıl gerçekleştirdiğimiz arasındaki bağlantıları incelemektir.’24  Kısaca, sosyoloji, bireysel eylemlerimizi yönlendiren değerler, sosyal pratikler ve kurumsal süreçlerin anlaşılmasında önemli katkılar sunmaktadır.
Çevresel sorunlara ilişkin Kuzey Amerika ve Avrupa’dan farklı kuramlar ortaya atılmıştır. Kuzey Amerika’da Yeni Ekoloji Paradigması (YEP),  Eko-marksist perspektif öne çıkarken, Avrupa’dan Risk Toplumu ve Ekolojik Modernleşme kuramları öncelik kazanmıştır.25 YEP’le ilgili tartışmayı yukarıda yaptık. Geleceğin bugünden daha iyi olacağına, dolayısıyla, ilerlemeye olan inanç ve teknolojik gelişmeye olan bağılılık Batı kültürün tanımlayıcı karakteri olarak mevcut çevresel bozulmaların temel sebebi görülmüştür. Eko-marksist yaklaşımlardan biri olan Koşu Bandı Teorisine göre ise üretim araçlarına sahip olanlar, kısaca üreticiler karlarını artırmak için süreç içerisinde devletin desteğiyle de üretimin artmasına ve genişlemesine, sonuç olarak çevresel tahribata sebebiyyet vermişlerdir.26 Üreticiler üretimlerini artırmak isterler. Bu üretim sürecinde enerji gibi doğal kaynakların tüketimi gerektirdiği ve bu tüketim de çevre bozulmalarına neden olduğu için üretimin artması ile çevresel sorunların tırmanmasına neden olmuşlardır. Üreticiler otomasyona yatırım yaptıkları için işsizliğe neden olsa da daha fazla üretim ile daha fazla işyerlerinin sağlanmasına ve bu dinamik organize işgücü ile de hızlı büyümeye katkı sağlamıştır. Büyüme ve yeni vergilendirmeler hükümete politikalarını yürütebilmelerine ve meşruiyetlerini sağlamalarına neden olduğu için bu süreci desteklemişlerdir. Sonuç olarak kuram, ekonomik büyümenin çevresel ve sosyal tahribata neden olduğunu ve hükümetin de bu sorunların üstesinden gelmek için daha fazla üretimi desteklediğini söylemektedir. Buna karşı olarak ise Ekolojik Modernleşme kuramı geliştirilmiştir. Bu kurama göre sosyoekonomik dinamikler çevre üzerindeki baskıyı azaltacaktır.27 Yüksek düzey zenginlik politika ve tüketici taleplerinde değişikliğe yol açacak ve artan ölçekdeki bu sorunları iyileştirecektir. Modernitenin bir ürünü olan akılcılık ve teknolojik gelişme çevresel sorunları iyileştirmeye yardımcı olacaktır. Ampirik çalışmalar Ekolojik Modernleşme teorisin argümanlarını zayıflatmaktadır.28 Ekonomik büyüme ve şehirleşme seragazı emisyonları salımını daha fazla artmasına neden olmaktadır.  Diğer taraftan önemli bir soru neden alternatif enerji kaynakları kullanımının emisyon salımına ciddi bir katkısı olmadığıdır. Bu Jevon paradoksu olarak tanımlanmaktadır. Enerji üretiminde iyileştirilmeler yapılsa da üretim ve tüketim daha hızla arttığı için bu artan farkı ikame edememektedir. Orta sınıf genişledikce tüketim artmaktadır29 ancak aynı zamanda bu tüketim sorunu üreticiler tarafından oluşturulmaktadır. Üreticiler sadece tüketicileri şekillendirmemekte yine aynı zamanda politikaları da yönlendirmektedirler.30  F. Buttel’e göre, Koşu Bandı Üretimi teorisi çevre sorunlarını ekonomik ve politik sistemlerin eşitsizliği üzerinden açıklayabilmektedir, toplumsal açıklamaya dayandığı için eşsizdir ve aynı zamanda bağımlı değişken olarak da biofiziksel çevreyi merkeze koymuştur.31  Sorunun bir başka boyutu ise ‘ekolojik eşitsiz değişim’ ile ‘ulusaşırı üretim örgütleri’ üzerine olan kuramları içermektedir ki bu bölümün kapsamını aşmaktadır.


3. Politika I: Yanlış Anlaşılmış Bir Konu mu? Devlet Analizinden İnsan-Çevre İlişkisine
İnsanlar arasında hatta siyasetin kurucu oyuncuları arasında siyasetin yanlış ve eksik anlaşıldığını söylemekle haddimi fazla mı aşmış olurum? Politika kelimesinin evrimi aslında onunla özdeşleştirilen ve aynı anda sosyal ve siyasal hayvan anlamına gelen zoon politikon kavramının sosyal olanı dışarıda bırakacak şekilde nasıl şekillendiğini göstermektedir.32 Zaten bu yüzden Aristotel değil de Machiavelli siyaset biliminin kurucusu olarak kabul görmemiş midir?  Siyasetin kendine özgü kuralları var mıdır, siyasal olan civil-i dışlayan bir şey midir ya da marksizmde olduğu bir sınıfsal çatışmanın bir sonucu mudur? Bu sorular siyasetin ve politik olanın tanımlamak için gerekli sorular olsa da bu bölümün konusu değildir. Ben burada daha çok iki şey ile ilgelenmekteyim; birincisi siyasetin düşünüldüğü kötü kullanımının aksine, iyi ve gerekli bir şey olduğu. İkincisi ise bu gereklilikle ilgili olarak politik olanın dar anlamda yaygın olarak kullanıldığı gibi devlet kurumları ile ilişkilendirilmenin eksik ve yetersiz olduğu.
Politika ile ilgili söylemler olumsuz çağrışımın ötesine gidememektedir. Politika yaygın olarak yolsuzluk, hile, ikiyüzlülük, öz-çıkar, verimsizlik ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Diğer taraftan kavram belirli kamusal kurumlarla özdeşleştirilmektedir. Bu iki söylemin - mevcut dönemdeki memnuniyetsizliğin farklı nedenleri olduğunu dikkate almakla birlikte33 - aslında politikanın tarihçesi ile yakından ilişkisi vardır.
Giovanni Sartori ‘What is Politics?’ isimli makalesinde politika kavramının ilk anlamını kazandığı eski Yunandan modern döneme değin evirildiği serüvenini ortaya koyarak politikanın neye benzediğini açıklamaya çalışmaktadır.34 Eski Yunanda kullanılan politika kavramı dikeyliği barındırmıyordu. Ve bu dikeyliğe denk gelecek olan kelimeler ise Latincede karşılık bulmakla birlikde 19. y.y.da -bir zamanlar yataylığı ifade eden- politika kelimesi altında toplanacaktı. Daha sonra ise demokrasi kavramı ile birlikte politika kitleselleşecekti, demektedir Sartori. Burada önemli olan şey politikanın Machiavelli ile birlikte yeni bir boyut kazanmasıydı. Kavramın evriminde dönemsel olarak iki farklı yaklaşım baskın olmuştur; 16. yüzyıla kadar egemen olan Aristotelesci söylem ve bundan sonra baskın olan Machiavellici siyaset yönetimi. Başka bir ifadeyle ‘siyaset söyleminin, birçoğunun bireyin dar görüşlü arzularına karşı kolektif ihtiyaçlarını karşılamak için cumhuriyeti yönetme konusundaki otantik politik sanatına dikkat çektiği yerde, hikmet-i hükümet (reason detat), daha farklı ve daha karanlık bir sanatı vurgulamaktaydı.’35 Süreç içerisinde ekonomik özgürlüğun etkisi ile sivil alan politik alandan bir kopuşu gerçekleştirecek ve yirminci yüzyılda kitleler tekrar siyasal alana geri döndüğünde politika da yeniden kitleselleşecekti ve böylece; ‘devlet genişlese de, siyasi süreçler artık kurumlarının içinde yer alamaz ya da onun altına alınamaz(dı).’36
Politika arena (arena ya da site) ve süreçsel yaklaşım (processual) olarak iki şekilde tanımlanmaktadır.37 Yukarıdaki tarihçe politika kavramının yaygın olarak kullanılan ilk tanımına işaret etmekte ve devleti merkeze almaktadır. Zaten siyaset felsefesi de spesifik olarak devletle ilgilenmektedir.38  İkinci yaklaşım, siyasetin, insan türünün bulunduğu her yerde var olan (kesinlikle çok farklı biçimler almasına rağmen) çok daha genel ve evrensel bir süreç olduğunu ve bu nedenle karakteristik ve gerekli bir özellik olduğunu savunan süreçsel yaklaşımdır; geçmiş ve şimdiki tüm toplumların bir işlevi değil: her zaman olmuştur ve daima olacaktır ve bu nedenle vatansız toplumların da siyaseti vardır’.39 Politikayı süreç olarak gören yaklaşım, Sartori’nin, politikanın genişlediği için bulanıklaştığı ve sosyolojinin politikayı düzleştirdiği40 şeklinde eleştirisinden farklı olarak, analitik karmaşaya da neden olmamaktadır.41
Politikayı süreç olarak ele alan yaklaşım nerede insan, dolayısıyla güç ve kaynak varsa, orada siyasetin olduğunu söylemektedir. Bu yüzden siyaset sadece hükümetin belirli kararları aldığı ve zorlayıcı gücü ile uygulattığı bir şey değildir. Siyaset bir faaliyettir ve insanların içinde olduğu, örneği ailede ve gönüllülük birlikleri gibi her yerde politika da vardır.42
Politika doğrudan devlet eylemleri ile politikacılar yolsuzlukla anlamlandırılırken, devlet dışı alan da savaşla ilişkilendirilmektedir. Çevre, eğitim ve sağlık politikaları (ya da bu alandakı karar alımı ve kaynak dağıtımı süreci) politik konular olarak görülmez. Bu da politikanın dar anlamda kötü bir şey olarak anlaşılmasına ve politik olanın da yolsuzluk ve savaş gibi belirli konularla ilişkilendirilmesine neden olmaktadır. Andrew Leftwich politikanın, ‘resmî kurumların içinde veya ötesinde, küresel düzeyde veya bir aile içinde iki veya daha fazla kişinin bulunabilecekleri her yerde, kaynakların kullanımı ve dağıtımı üzerinde çatışma (barışçıl ya değil), müzakere ve iş birliğinin tüm faaliyetlerinden oluştuğunu iddia etmektedir.43
Ancak yine de politikanın iki yaklaşımına yönelik çevreci eleştiriyi dikkate almak gerekmektedir. Çevreyi merkeze dahil etmek bir tarafa ‘politik teorinin ihmal ettiği bu sorun (iklim değişikliği) büyük bir boşluk yaratmaktadır’.44 Nail Carter, dar ve geniş anlamında kullanılsa da politika söyleminin sadece insan ilişkileri ile ilgili olduğu için ve doğaya araçsal yaklaştığı için  eleştirmektedir; ‘siyaset, insanların sosyal ve doğal çevreleriyle etkileşime girme biçimleriyle ilgilidir.’45 Bu yorum aynı zamanda insan ve çevrenin karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu söylemektedir.46  Politikaya çevreci yaklaşım, ekosistem ve biosferde doğanın farklı bölümlerinin birbiri ile etkileşim içinde olduğu ve bütünün parçaların toplamından daha büyük olduğu bütüncül bir yaklaşım demektir.47

SONNOTLAR
1. Bu farklılaşım üzerine okuma için bkz. Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, Çev. Abdullah Yılmaz,  Ayrıntı Yayınları, 7. Baskı, 2010, s.9-18.
2. Günlük pratiklerimizin nasıl yeniden üretildiği ve göze çarpmadan yeni değişimler içine girerek belirli bir pratiği nasıl takip ettiğimizi (practice based theory veya theory of practise) tüketim kültürü bağlamında okumak için bkz.  Karen Ehrhardt-Martinez et all., ‘Consumption and Climate Change’, (der.) R. Dunlap ve R. Brulle, Climate Change and Society: Sociological Perspective, Oxford University Press, 2015, s.103-6.
3. Robert Gifford, ‘Dragons of Inactions: Pyschological Barriers that Limits Climate Change Mitigation’, American Pyschologist, Vol. 66, No 4, 2011, s.291
4. Anthony Giddens, ‘Climate Change and Every Day’, The Guardian, 23 May, 2009.
5. Faruk Yalvaç, ‘Uluslararası İlişkiler Teorisinde Temel Tartışmalar ve Eleştirel Gerçeklik’, (der.) Tayyar Arı,  Postmodern Analizler I, MKM Yayınları, 2012, s.19.
6. Kimberly S. Wolske ve Paul Stern, ‘Contribution of Psychology to Climate Change: Opportunities Through Consumer Behavior’, Psychology and Climate Change: Human Perceptions, Impacts, and Responses, Academic Press, 2018, s. 128.
7. Gerard T. Gardner ve Paul Stern, ‘The Short List: The Most Effective Actions US Households Can Take to Curb Climate Change’, Environment: Science and Policy for Sustainable Development, Vol. 50, No. 5, 2008, s. 12-25; ABD’de çok fazla bireysel araç kullanımının, örneğin, AB gibi toplu taşıma araçlarının çok yoğun olduğu yerlerden farklı olarak, bir takım yapısal nedenleri vardır.
8.Paul Stern, psikoloji biliminin potensiyel katkısının, psikolojik kavramların doğrudan uygulanmasından değil, psikolojik bilgi ve yöntemleri bilim ve teknolojinin diğer alanlarından gelen bilgilerle bütünleştirmesinden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Paul Stern, Contribution of Psychology to Climate Change’, American Pyschologist, Vol 66, No 4, 2011, s. 304-11; Janet K. Swim et. all., ‘Pyschology’s Contribution to Understanding and Addressing Global Climate Change’, American Pyschologist, Vol 66, No 4, 2011, s.241-50.
9. Lorraine Whitmarsh ve Stuart Capstick,  ‘Perceptions of climate change’, (der.) Susan Clayton and Christie Mannin,  Psychology and Climate Change: Human Perceptions, Impacts, and Responses, Academic Press, 2018, s.13
10. İbid s. 24.
11. İbid s. 20.
12. Weber de genel bir değerlendirme yapılamayacağını vurgulamaktadır. Elke U. Weber, ‘What Shapes Perceptions of Climate Change? New Research Since 2010’, WIREs Clim Change, Vol 7, 2016, s.129.
13. Whitmarsh ve Capstick, ‘Perceptions of climate change’, s. 23.
14. Robert Gifford, ‘The dragons of inaction: Psychological barriers that limit climate change mitigation and adaptation’, American Psychologist, Vol 66, 2011, s. 290-302.
15. Anthony Giddens ve Philip W. Sutton, Sosyolojide Temel Kavramlar, Çev. Ali Esgin, Phoenix, 3. Baskı,  2018, s. 102
16. Çevre konuları bir kaç sayfa halinde verilmiş, eksik anlatılmış ve konuya ilişkin yeterli tartışma yapılmamıştır. Ayrıntılı okuma için bkz. John Chung En-Lui ve Andew Szasz, ‘Now it’s the time to add more sociology of climate change to our introduction to Sociology courses’, Teaching Sociology, Vol 47, No 4, 2009, s.273-83.
17. Kari Marie Norgaard, ‘Sociological Imagination in the time of climate change’, Global and Planetary Changes, Vol. 163, 2008, s.172
18. Toplumsal olgular ve bunların gözlemlenmesine ilişkin kurallar için bkz. Emile Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, Çev. Cenk Saraçoğlu, Cem Yayınları, 2004, s.47-123; Durkheim üzerine küçük bir giriş okuması için bkz. Anthony Giddens, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, 2012, s.46-50; Dunlap ve Catton, Durkheim’in sosyoloji biliminin toplumsal olguların (sui generis doğası nedeniyle) objektif gerçekliğini incelediğini, dolayısıyla, toplumsal olguların ancak diğer toplumsal olgularca anlalışabileceğini savunduğu için disiplinin anti-indirgemeci tabuya’ düşerek sosyal fenomenlerin biolojik ve fiziksel çevresel değişkenlerce açıklanılmasını reddettiğini vurgulamaktadırlar. Riley E. Dunlap ve William R. Catton, Toward an Ecological Sociology: The Development, Current Status, and Probable Future of Environmental Sociology, (der.) William D’Antonio et. all., Ecology Society & the Quality of Life, Transaction Publishers, New Jersey&London, 1994, s.13; Geleneksel dönem üzerine bir okuma için bkz. John Hannigan, Environmental Sociology, Routledge, First Edition, 1995, s.1-10
19. Dunal ve Catton , Toward an Ecological Sociology.., s.12-15; Riley Dunlap, ‘Paradigims, Theoires, and Environmental Sociology’, (der.) Riley Dunlap et. all., Sociological Theory and the Environment: Classic Foundations and Contemproary Insights, Rowman&Littlefield Publisher, 2002, s.331-7;  İlk dönem sosyologların çevreyi dışlasa da tamamen ihmal ettmediği üzerine olan tartışmalar için bkz. Eugenne A. Rosa ve Lauren Richter, ‘Durkheim on the Environment: Ex Libris or Ex Chatedra? Introduction to Inagural Lecture to a Course in Social Science 1887-8’, Organization&Environment, Vol. 21, Number 2, 2008, s.182-7; Timo Jarvikoski, ‘Relation of Nature and Society in Marx and Durkheim’, Acta Sociologica, Vol 39, No 1, 1996, s. 73-86
20. İlk adlandırma Yeni Çevreci Paradigma’ydı. Sonra ‘Yeni Ekolojik Paradigma’ olarak değiştirdiler. William Catton ve Riley Dunlap, ‘Environmental Sociology: A New Paradigm’, The American Sociologist, Vol. 13., 1978, s.41-9; R. Dunlap ve W. Catton, ‘Environmental Sociology’, Annual Review of Sociology, Vol. 5, 1979 s.243-73; W. Catton ve R. Dunlap, ‘A New Ecological Paradigm for Post-Exuberant Sociology’, American Behavioral Scientist, Vol. 24, No 1, 1980, s.15-47; R. Dunlap ve W. Catton, ‘Environmental Sociology: A Framework for Analysis’, T. O’riordan ve R. d’Arge, Progress in Resource Management and Environmental Planning, Vol 1, John Wiley, 1979, s.57-85,
21.  Hannigan, Environmental Sociology s.14
22. İklim değişikliğini birim düzeyde inceleyen psikoloji ve ekonominin bir eleştirisi için bkz. Robert J. Brulle ve Riley Dunlap, ‘Sociology and Global Climate Change Introduction’, (der.) R. Dunlap ve R. Brulle, Climate Change and Society: Sociological Perspective, Oxford University Press, 2015, s.8-12; Sosyolojinin katkıları için bkz. İbid. s.16-18; Norgaard, ‘Sociological Imagination..’, s.171-6.
23. Norgaard, Sociological Imagination in the time of climate change’, s.172
24. Giddens, Sosyoloji, s.41-2
25. Nahide Konak, ‘Çevre Sosyolojisi: Kavramlar ve Teorik Gelişmeler’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 24, 2000, s. 271-83
26. Eugena A. Rosa et.all., ‘The Human Driving (Anthropogenic) Forces of Climate Change’, Dunlap ve Bulle, Climate Change and Society, s.38-40, Konak, ‘Çevre Sosyolojisi..,  s. 277
27. Rosa, a.g.m.,  s.40-2; Konak, a.g.m.,  s.279-82.
28. Rosa, a.g.m., s.41-2.
29. Sosyolojik bağlamda tüketimin nedenleri üzerine okumak için bkz. Karen Ehrhardt-Martinez et. all. ‘Consumption and Climate Change’, (der.) Dunlap ve Brulle, Climate Change and Society..., s.93-126.
30. Bunun üzerine bir okuma için bkz. Charles Perrow ve Simone Pulver, ‘Organisations and Markets’, (der.) Dunlap ve Brulle, Climate Change and Society..., s. 61-92.
31. Hannigan, Environmental Sociolgy,  s.22.
32. Aristotel siyaseti değil insanı zoon politikon olarak tanımlamıştır. Bu yüzden farklılık not edilmesi gerekir. Diğer taraftan Aristotel için siyasal-sosyal ayrımı yoktu. Sartorinin değimiyle ‘insan polisde ve polis de onda yaşamaktadır’. Giovanni Sartori, What is Politics?’, Political Theory, Vol 1, No 1, 1973, s.7.
33. Colin Hay, Why We Hate Politics, Wiley, 2007.
34. Giovanni Sartori, What is Politics?’, Political Theory, Vol 1, No 1, 1973, 5-26.
35. Colin Hay, Why We Hate Politics, s.17-8; Reason detat üzerine okuma için bkz. Mustafa Erdoğan, ‘Hikmet-i hükümet’ http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/alintilar/831.pdf
36. Giovanni Sartori, What is Politics?’, s.20
37. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study, Polity Press, 2004, s.135-47.
38. Adam Swift, ‘Political Philosophy and Politics’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study, Polity Press, 2004, s.135-47.
39. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, s. 2; Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
40. Sartori, ‘What is Politics?’, s. 21.
41. Colin Hay, Political Analysis A Critical Introduction, Palgrave, 2002, s.72-75.
42. Adrian Leftwich bu geniş kullanımında ‘güç, kontrol, karar-alımı ve dağıtımını’ gibi faktörlerin bir şeyin politik olarak tanımlanabilmesi için içermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
43. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, s. 16; Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
44. Joel Wainwright  Geoff Mann, Climate Leviathan: A Political Theory of Our Planetary Future, Verso, London, 2018.
45. Neil Carter, ‘Politics as If Nature Mattered’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study… s. 182-96.
46. Ibid, s.189.
47. Ibid, s.190.

28 Aralık 2019 Cumartesi

Dönüşüm


Mehmet Onur bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendisinin yatakta yirmi beş yaşında bir işsiz olduğunun keskin şekilde farkına vardı. Zırh gibi sertleşmiş sırtının üstünde yatmaktaydı. Başını biraz kaldırdığında kubbe gibi şişmiş kafasının tüm vücudunu etkileyecek kadar geceden kaldığının farkına varmasına neden olmuşdu. Karnının tepesindeki battaniyesi neredeyse tümüyle yere kaymak üzereydi ve tutunacak bir yeri kalmamıştı. Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında yeterli ancak yatak olarak kullandığı cılız bir kanepede çaresizlik içerisinde odasına bakmaktaydı.

‘Ne olmuştu bana böyle’ diye düşündü. Gördüğü düş değildi. Birazcık küçük, ama normal, yani içinde insanlar yaşasın diye ezbere bildiği odası, dört duvarın arasında eskiden nasılsa şimdi de öyleydi. Üstünde dağınık olmayan bir şekilde duran kitapların olduğu çalışma masasında, güzel bir çerçeveye yerleştirilmiş kısa bir süre önce aldığı dergiden her sayısında olduğu gibi suluboya ile yapılmış olan küçük bir portre durmaktaydı.

Mehmet, iki on yılı kapsayan eğitim sürecini başarılı sayılamayacak bir lisans sonrası ülkesel bir eğitim enflasyonu ile de yüksek lisansıyla bitirmeye çalışan bir öğrenciydi. Gerçi öğrenci demek de pek doğru olmazdı. İş sonrası akşam yatmadan önce aydın post-GDO’cu kesimin kitap okumasından kendisini bu anlamda farklılaştıran şey resmi statüsünün olmasıydı...Hem talihsizdi, gerçi hem de değildi. Post-milenyumu yaşayan, geç-milenyum kuşağın retrosu içinde kimlik ve pratik bulanım geçiren, arada kalmış, çoğunlukla ittirilmiş bir Gen YZ modelinin klasik bir örneğiydi. Y kuşağı nostaljisi içerisinde kendisini güç-bela söylemsel olarak dahil eden ancak o kuşağın pratiksel dönemini yaşamamış, Z kuşağı içine gömülü, kendisini tanımlayan bu ismin daha yeni icat edildiği son çeyrek bölü dört yılı içinde dışarıda kalmadan paçasını kurtarmayı hayal eden bir gençti. Az-buz gitmemiş ancak iz bilmeden, dil öğrenmeden ilerlemiş, nostaljik olanı övmüş, karşıdan geleni ise görmekten kaçınmıştır. Bu yüzden de kitapçıları sever, pdf okumaktan uzak durur, word bilir, excell bilmez. Tesadüflere inanmaz ancak şansının da yaver gideceğini düşünür. Çok okur, az öğrenir. Okumada herşeycidir ve spesifik olana girememiştir. Bu anlamda Sokratesçidir; işin sonunda tek bildiği hiçbir şey öyrenemediğidir.

Bu klasik Amerikan filmi girişi, Mehmet’i diğer günlerden farklı kılacak olan bu sabahki uyanışının ön anlatımı olarak sunulmuştur. Tez önerisini sunmuş Mehmet, onu yola bağımlı kılacak olan uzun, depresif belki de anlamsız olan sürece girmeden önce bir karar vermeliydi. Yazmak ya da yazmamak…Yazmamanın dayanılmaz hafifliği veya başka bir yola girmenin dayanılmaz yorgunluğu.

Mehmet daha sonra bakışlarını pencereye yöneltti ve kasvetli hava yüzünden -yağmur damlaları pencerenin pervazına çarptığı duyuluyordu- içini büyük hüzün kapladı. ‘Biraz daha uyusam bütün bu saçmalıkları unutsam, nasıl olur,’ diye düşündü.  Gelgelelim bunu gerçekleştirebilmesi bütünüyle olanaksızdı, çünkü uzun zamandır sadece yorgunken uyuyabiliyordu ve kaygı verici düşünceler uykuya geçmesine izin vermiyordu. Başarmayı belki de yüz kez denedi, yüzünü kanepenin yan tarafına çevirerek gözünü kapatmaya çalıştı ancak yan tarafında o ana değin yabancısı olduğu hafif, derinden gelen bir acı duymaya başladıktan sonradır ki, çabalamayı kesti.  

‘Aman Allahım’ diye düşündü, ‘ne kadar yorucu bir uğraş seçmişim meğer’. Günlerim hep yolculuk etmekle geçiyor. İşin bu yanı, asıl masabaşı işlere oranla çok daha yıpratıcı, üstelik yolculuğumun benim için bir de çeşitli şeylerin peşinden koşmak, düzensiz ve kötü yemeklere yargılı olmak, insanlarla sürekli değişen, asla süreklilik kazanamayan, hep içtenlikten uzak ilişkiler kurma durumu gibi sıkıntıları da var. Şeytan alsın bütün bunları!

Bu çok çalışma durumu yok mu, insanı yalnız, kendi başına bir aptala çeviriyor. İnsanın hayatını kazanması gerekir. Başkaları harem kadınları gibi yaşıyorlar. Örneğin ben okumalarımı yapmak için erkenden kalkıp saatlerce çalışmaya başladığımda diğerleri daha öğlen kahvaltılarını yapıyorlar...İyi de yazamıyorum gerçi ancak çok çalışıyorum. Belki de tümden bırakmalı. Öte yandan henüz tüm umutlarımı yitirmiş olduğum da söylenemez. Bir şans…

Mesaiye kalıp ücret almamak, tarih okuyup grafik tasarım yapmak...Hele geçenlerde lisanstayken tanıdığım çocuğu gördüm, programlama öğreniyormuş. Sen felsefe mezunu değil misin, filozof olman gerekmiyor muydu?! Çok bilmek önemli değildi, ne bildiğin gerekliydi, farkına varmamıştık. Galiba. Kimi kandırıyorum ki...Ancak şu tezi de yazmak gerekir. Başarının nerede kazanıldığı önemli değil ki, başarı-başarıdır. Kendini kandırma Mehmet, başarının ne olduğu önemli değil, ne getireceği önemlidir. Yazmaktan kim kazanmış.

İşe girmeli ancak hiç hazır değilim ki. Bir kütüphane olablirdi gerçi, ama şehirde tek bir kütüphane var, onun da kütüphanecileri kendini Tanrıya adamış rahibeler gibi monastırlarını terk etmek  istemiyorlar. Hepsi kadın değil ama hepsi yaşlı. Ne tesadüf. Gerçi, şu sıralar geniş ilişkiler ağı olmadan iş bulmak mümkün değil. Aşk için olan kuram, iş için gerekli olan ilişkiler ağı için de geçerliydi. Aşk olduğun yerdedir, arayarak bulunmaz, ne de tesadüfi karşına çıkar. ‘Kimler kimlere aşık’ dediğin şey, şu değil mi zaten; ‘sen orada değilsin ki! O alanda değildin. Şimdi bağdaştırabiliyorum; geçenlerde bir yayın evi kendisi ile yapılan röportajda demiyormuydu zaten ‘bizde çalışmaya başlayanlar genelde buraya gelip-giden çocuklar’ diye...Yine küçük düşünüyorsun. Hangi çağda yaşıyorsun!

Eski kuşak bir çok mesleği yapabiliyordu. Ac kalmazdı. Bizden önceki kuşakdan bir çoğu ise iş buldular. Yaşları ile teknolojik ilerleme arasında düz bir ilişki vardı, bu yüzden de çok zorlanmadılar diye düşünüyorum. Bizimki gibi bu kadar yatay-geniş bir alanda yayılmadı ki. İki yaş daha büyük olsam iş bulurdum mutlaka. Evet-evet bulurdum. Belki de beş yaş.

Neler düşünüyorum...Yazmalı mı yazmamalı mı. Bir yazarın dediğini hatırlıyorum; ‘insan can sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir rob..’ Robot mu? Aklıma ilk gelen alıntı bu mu olmalıydı. Allahım aklıma mukayet ol. Şu romanda teknoloji geçmiyordu sanki...Ayağa kalktı, kitaplıktakı romanı buldu ve altı çizili yerleri yeniden okumak için tesadüfi sayfaları açmaya başladı. İlk sayfada neyi görmeyi umut ederdiniz, sayın seyirciler? Ben biraz daha korkuya düşürmek için yıllar önce romana not ettiği şu cümleyle karşılaşmasını isterdim; ‘Python öğrennnnn...’ Ne? Yok-yok, kitabı açar ve şu satırlarla karşı-karşıya kalır:

‘Bugüne kadar söylediğim her sözü geri alıyorum. Konuşmayı da bir unuta bilsem. Yeni bir dünya var anlıyor musun, Olric? Her şeyi geride bırakmak gerekiyor. Bir sabah kalkacaksın, ardına bakmadan.

Gen YZ kuşağının klasik bir örneği olan Mehmet’in bundan sonraki durumunu ben de bilmiyorum. Zira hangi burçdan olduğuna da karar vermemiştim. Mehmet’i uzaya da uçurabilirim, asgari ücretli bir işe de sokabilirim, ya da bu endişeli durumunu geçici kılıp, doktoraya da başlatabilirm. Ülkede Mehmet’e empati kuracak onlarca öğrencilerden biriyiz. O zaman bu senaryonun gerisi size ait. Peki, sizce yazmalı mı, yazmamalı mı?

Not: Bu küçük yazı Can Yayınları'ndan çıkan Kafka’nın Dönüşüm romanından uyarlanmıştır. Yazıdakı üç paragraf romanın ilk üç sayfasından birebir alınmakla birlikte bazı yerleri konuya uygun olarak yeniden yorumlanmıştır.                                     

Ayrıca bkz. ''Böceğe dönüşmek: Kafka'nın Gregor Samsa'sı ve büyük eseri Dönüşüm''
 https://www.youtube.com/watch?v=eu-iTOuo940&feature=youtu.be 




31 Aralık 2018 Pazartesi

Nicholas Onuf’dan Uluslararası İlişkiler Öğrencilerine 10 Tavsiye

‘Konuşmak, tartışmasız bir şekilde, dünyayı her ne ise o yapmanın en önemli yoludur.’
Nicholas Greenwood Onuf

Bir Uluslararası İlişkiler öğrencisi için bu ismi tanıtmak her ne kadar gerekli değilse de garip bir şekilde yeni oyun kuruculardan biri olmasına rağmen bir o kadar da merkezkaç kuvvetinde bir eğilim de sergilediği için muhtemelen bu isme o kadar uzak kalmışısızdır diye düşünüyorum. Belki de kendisinin söylediği üzere olaylarla ilgilenmediği için disiplinin dışında kalmak istiyordu. Uİ'nin sınırlarını çizmede başarılı olamadığını, ne hakkında olduğunu tam olarak çözemediğini ve uygun bir teoriyi içine yerleştiremediğini düşününenlerden birisidir Onuf.. Yine de ‘bir kere içine girdi mi’ çıkamayanlardan. 

Nicholas Onuf Uluslararası İlişkiler'de eleştirel dönüş olarak tanımlanan yeni dönemde bugün inşaacılık olarak bildiğimiz yaklaşımın isim babasıdır. Hem lisans hem de lisanüstü öğrenciliğinde uluslararası hukukla yakından ilgilenen Onuf'un doktora tezinin adı Uluslararası Hukukun Bilinçli Gelişimidir. Griffithis'den alıntılayarak kurallar ve genel kural ile anılan bir akademisyen olması uluslararası hukuk geçmişime bakılınca şaşırtıcı değildir. Çığır açan çalışması World of Our Making 1989 yılında uluslararası ilişkiler disiplinine önemli bir meydan okumayla ortaya çıkmış ve Alexander Wendt'le birlikte uluslararası ilişkilerde inşacı perspektifli tartışmaların başlatıcısı olmuştur.

Onuf akademik kariyerinin ilk 15-20 için kendisini philosophical ignoramus olarak tanımlamakta. Düşünmeyen, bu yüzden de geleneksel felsefi bir realist olarak başlamıştır disipline…O teorilerle ilgilenmemiz gerektiğini söyler - büyük resmi görmek ve ona göre büyük resim arkasında gizli olan felsefi meseleleri de öğrencilerin okuyabilmeleri gerekir. 

''Machiavelli savaşçıların disiplinli ve coşkulu olması gerektiğini söyler. Ben de kendi doktora öğrencilerime birer warrior nerds olmaları gerektiğini söylerdim. Eğer bu profile uymuyorsanız o zaman başka bir meslek bulun.''  


1) Dersler için uzun-uzadıya hazırlık yapmak sizi daha iyi bir hoca yapmaz. Kendiliğindenliği azalttığı için öğrenciler sıkıcı olduğunuzu düşüneceklerdir; bu, uzun hazırlıklarınızın sizin için satın aldığını düşündüğünüz özgüveninizi azaltacaktır. Ve elbette kendi okumalarınızdan da değerli zamanınızı çalıyordur.

2) Yazma bir zanaatdır; iyi yazmak, çoğumuzun çok çalışmasını gerektirir. Genel olarak yapılan şey, bir problemi ya da sorunu düşünmek, bir araştırma tasarımı formüle etmek, “araştırma” yapmak ve sonra yazmaktır. Bu kötü bir fikirdir. Her aşamada yazmaya devam edin, sonunda, yazdıklarınızın çoğunu atmış olsanız bile. Yazma, sorunu daha saydam hale getirir, araştırma yapmak için ne yapmanız gerektiğine işaret eder ve her şeyden öte, yazma, becerilerinizi iyi bilenmiş bir durumda tutar.

3) İncelenmek üzere özensiz, kötü hazırlanmış yazılar göndermeyin. Sıklıkla hakemlik yapan biri olarak hepsini çok sıkça görüyorum. Birçok hakem, her zaman kasten olmasa da, önemli bir şey üstünde olsanız bile, sizi cezalandıracaktır. İyi hazırlanmış bir çalışmanız olduğunu düşündüğünüzde, onu gönderin, çünkü çoğu hakem ve editör görevlerini ciddiye alır ve size değerli geri bildirimler verecektir.

4) Ortak projeler üstlenirken dikkatli olun. Hepimiz akademisyenliğin yalnız bir uğraşı olduğunu biliyoruz. İşbirliği yalnızlık oranını azaltır ve kendi başınıza üretebileceklerinizden daha iyi çalışmalara yol açabilir. Ayrıca kimsenin tamamen mutlu olmadığı bir işle de sonuçlanabilir. Bazen işbirliği mizaç farklılığı, projeye daha fazla veya daha az bağlılık ve iş dağılımındaki algılanan eşitsizlikler nedeniyle gerginlik ve kötü hislere neden olabilir. Tüm bunlar, iki kitap projesinde kardeşimle işbirliği yaparken çok faydalı oldu. Bunun bize büyük bir risk olabileceğini düşünmedik.

5) Sempozyum projelerine katılırken daha da dikkatli olun. Onların tematik odakları ilgi alanınızla çok iyi eşleşmeyebilir; yüzeysel hakemli olma eğilimindedirler ve bu nedenle ciddiye alınmazlar; ayrıca dikkatlerden hızla kaybolma eğilimindedirler. Bu alandaki önemli gelişmeleri gösteren sempozyumlar gibi istisnalar vardır. Kıdemli bir akademisyen olarak, sempozyumlara katkıda bulunuyorum çünkü arkadaşlarımla projeler yapmak eğlenceli  ve bu lüksü de karşılayabiliyorum. Hepsinden önemlisi sempozyum ciltlerinin editörlüğünü yapmaktan kaçının. Bu, en zor koşullar altında işbirliğini içerir. Olağanüstü zaman alıcıdır. Sözdinlemez inatçı katılımcılar çoğu zaman iyilikbilmez ve hayalkırıcı sorumluluk demektir.

6) Tek seferde çok fazla proje üstlenmeyin. Her projeye kendinizi daha az verecek, son teslim  tarihlerini kaçıracak ve muhtemelen hepsini yetiştirmeye çalışacağınız için 90% kuralına boyun eğmiş olacaksınız – proje 90% tamamlanıp ve göndermek için son rütuşları yaptığınızda artık tükenmişsiniz demektir. Böylece ilerledikçe hevesinizin kaçtığı ve hiçbir zaman bitiremeyeceğiniz bir çekmece dolu projeyle baş-başa kalacaksınız.

7) Tezler, hemen farkedilebilir toy projelerdir. Bir tezin bir kitaba dönüştürülmesi muhtemelen yapılacak en akıllıca şeydir, ancak genellikle tezin yazılmasından daha uzun sürer. Çoğumuz için iyi bir kitap yazmak beş yıl alır; World of Our Making on yılımı aldı. Bu kadar zamanınızın olup olmayacağıysa, başka bir konudur.

8) Her gün okuyun. Sabah kalkınca kahvemi alır ve 45 dakika okurum. Benim durumumda, alanımla ilgili olmayan - okumak zorunda olmadığım şeyleri de okuduğum olmuştur. Bu benim kelime dağarcığımı genişlendirse de bir çok akademisyen için, okumaya sabit bir zaman ayırmak, alandaki literatüre ayak uydurmak için belki de tek fırsattır.

9) Alanındaki bir trende atlamaya gelince ise bu yönelimleri öngörmeye çalışın, geriden gelin ancak eletirel olarak ele alın.....Bu sizin ne kadar hırslı olduğunuzu, başkalarından ne kadar onaylanmaya ihtiyacınız olduğunu, bir şey üzerine ne kadar odaklanabildiğiniz ve s. gibi şeyleri gerektirir.

10) Çoğu insandan daha zeki olduğunuzu varsayarsak (yoksa akademisyen olmazdınız), sizden daha zeki olduğunu bildiğiniz insanları açık ve net bir şekilde araştırın. Bir yandan, bu insanları ne kadar çok tanırsanız, onları o kadar az korkutucu bulursunuz ve dahası çok şey öğrenirsiniz. Öte yandan, gerçekten akıllı insanları tanımak size kendi sınırlarınızı hatırlatır ve daha az kibirli olmanıza yardımcı olur. Kibir, elbette, çalışma alanımızda sürekli bir tehlikedir. Benden daha zeki insanlarla takılmanın, bir akademisyen olarak kendi başarımın anahtarı olduğunu düşünmeyi seviyorum. Bazıları benim öğrencilerimdi. (Burada söylemek uygun olsaydı isimlerini verebilirdim.) Beni bir insan olarak daha az kibirli kılmaya gelince ise, bunun için söyleyebileceğim herhangi bir şeyin kendisi bile kulağa kibirli gelecektir.

P.s. Dokuzuncu kısımla ilgili daha sonra küçük bir düzeltme yapılacaktır.

1. Martin Griffiths ve d., Uluslararası İlişkilerde Temel Düşünürler ve  Teoriler, Ankara: Nobel Yayınları, 2011. 
2. Theory Talk #70 - Nicholas Onuf: On Evolution of Social Constructivism, Turns in IR, and A Discipline of Our Making, July 2, 2015.
3. Interview - Nicholas Onuf, E-IR, 9 May 2014.