iklim değişikliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iklim değişikliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2023 Pazar

''Benim Suçum Değil'': Küresel Isınma ve Bireysel Ahlaki Yükümlülükler I

Bu çalışmayı yazan Walter Sinnott-Armstrong'la  ilk karşılaşmam Coursera’da felsefi düşünme üzerine verdiği kursları takip ederken olmuştu. Sadece felsefe profesörü olması nedeniyle değil aynı zamanda argümanları nasıl anlamalı, tümdengelimci-tümevarımcı çıkarım nasıl yapılmalı, yanılgılardan nasıl kaçınılmalı gibi verdiği eğitimlerler sonrasında yazmış olduğu çalışma ile karşılaşınca, argümanlarını ve karşı-argümanlarını nasıl çerçevelendirerek sunduğunu görmek, ortaya koyduğu çıkarıma karşı yorum yapmayı da zorlaştırmıştı. 

Benim için böyle bir savunu ile karşılaşmanın aslında iyi bir pratik nedeni vardı çünkü Zerrin hocamızın kurduğu ve mottosu Pro Bono Omnibus (Sen Sana Düşeni Yap) olan Çevre Çalışmaları Akademisi için içerik üretirken aslında bu temel soruya yanıt verilmesi gerekirdi. 


Aslında iki yıl önce hazırlamak istediğim bu blog yazısı sürekli ertelendi şimdi de amacım tartışmaya katkı sağlamaktan öte burada çalışmanın bir özetini sunmaktır. Karşı argümanlar ise önümüzdeki haftasonu diğer bir çalışmanın  özeti gösterilerek paylaşılacaktır.    


 Walter Sinnott-Armstrong (2005) ''It is no My Fault: Global Warming and Individual Moral Obligations'', içinde W. Sinnot-Armstrong ve Richard Howard, Perspectives on Climate Change: Science, Economics, Politics, Ethics, Elsevier.


''Bir Pazar günü eğlenme amaçlı araba kullanma isteğim küresel ısınma yaşandığı için beni ahlaki  olarak sorumlu kılar mı?''

1. VARSAYIMLAR


Bu varsayımları verili olarak ele alıp doğru olduğunu kabul etmekle başlayalım.


Birincisi küresel ısınma başladı ve önümüzdeki dönemde artması muhtemeldir.


İkinci olarak, küresel ısınmanın önemli bir kısmı insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Başlıca nedeni fosil yakıtlardır.


Üçüncüsü, küresel ısınma, şiddetli fırtınalar, deniz seviyesinin yükselmesinden kaynaklanan seller, kuraklıklar, sıcak hava dalgaları vb. dahil olmak üzere iklim değişikliklerine neden olarak uzun vadede birçok insan için ciddi sorunlar yaratacaktır. Milyonlarca insan muhtemelen yerinden edilecek veya ölecek.


Dördüncüsü, en çok yoksullar zarar görecek. Zengin ülkeler küresel ısınmanın çoğuna neden oluyor, ancak iklim değişikliklerine daha kolay uyum sağlayabilecekler. Deniz seviyesine yakın olan yoksul ülkeler yıkıma uğrayabilir.. 


Beşincisi hükümetler, özellikle en büyük ve en zengin olanlar, küresel ısınmayı azaltabilirler.


Küresel ısınmayı durdurmak için artık çok geç…Azaltım yapılabilir ancak önlenemez.


Yedinci olarak, bu adımlar maliyetli olacaktır….Kısa dönemde ekonomiyi yavaşlatacak ve yoksullar bunlardan etkilenecektir. 


Sekizincisi, bu maliyetlere rağmen, dünyanın dört bir yanındaki büyük hükümetler hala ahlaki olarak bu adımlardan bazılarını atmalıdır. Örneğin ABD.



2. SORUNLAR


Tüm bunları varsaysak bile, bir birey olarak küresel ısınma konusunda ahlaki olarak ne yapmam gerektiği hala net değil. Bu konu pek çok insanın sandığı kadar basit değil. 


Bireysel ahlaki yükümlülüklerin her zaman doğrudan kolektif ahlaki yükümlülüklerden kaynaklanmadığı baştan beri açık olmalıdır. Hükümetinizin ahlaki olarak bir şeyler yapması gerektiği gerçeği, hükümetiniz başarısız olsa bile sizin onu yapmanız gerektiğini kanıtlamaz. Örneğin zarar görmüş bir köprüyü benim onarmam gibi ahlaki bir sorumluluğum yoktur.


Hükümetin yükümlülüğü paralel olarak bireysel yükümlülük doğurmaz. Yine de bazen geçerli olmadığı durumlar vardır. Örneğin hükümet eğer benim çocuğuma okulda aritmetik öğretme konusunda başarısız ise o zaman benim çocuğuma aritmetik öğretme yükümlülüğünü alabilmekteyim. . 


Peki ya küresel ısınma? Hükümet küresel ısınma konusunda hiçbir şey yapmazsa, ben bu konuda ne yapacağım? Birçok şey var ancak ben tartışmayı basitleştirmek adına bir tanesini seçmek istiyorum. 


Benim örneğim keyfi bir araç kullanma olacaktır; ‘’Güzel bir Pazar günü sadece eğlenmek amaçlı bir araç kullanma.’’ Elbette yakıt tasarruflu bir hibrit araba da kullanabilirsiniz. Ama benzinli arabalar varken neden hibrit araba kullanalım ki. Ah şu heyacanı duyuyor musunuz! 


Kısaca benim asıl sorum şu: Küresel ısınmayla ilgili gerçekler bana bu güneşli Pazar öğleden sonra sadece eğlence olsun diye benzinli bir araç kullanmamak için herhangi bir ahlaki yükümlülük veriyor mu?


İtiraf etmeliyim ki ben de "Evet" cevabını vermeye eğilimliyim. Bana göre, küresel ısınma bu tür keyfi ve savurgan araç kullanımını ahlaki açıdan yanlış kılıyor.


Ancak hangi ilkeye göre?


3. Fiili Eylem İlkeleri (Actual Act Principles)


a. Zarar vermeme ilkesi: Başkalarına zarar verecek bir eylemde bulunmama konusunda ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.


Sorun şu ki, araba sürmek normal durumlarda zarar vermez. Birisi tüm egzosu içine çekecek olursa ve araba kullanacak olursam evet bu bir zarar olur. Ama böyle bir durum yok. Ben araba kullansam da kullanmasam da küresel ısınma artmaya devam edecek. Benim araba kullanıp diğer tüm insanların kullanmadığı durumda yani bu bireysel eğlemim kendi içinde küresel ısınmaya katkı sağlamamaktadır. Dolayısıyla benim bireysel eylemim küresel ısınma için ne gerekli ne de yeterli.


Başka bir durumu ele alalım. 3 kişinin arabayı uçuruma itmesi durumda, 5 kişi bunu yapıyorsa ve eğer ben de altıncı olarak itmeye yardım edeceksem sonucu değiştirmiş olmasam bile zarar vermiş olurum. Peki neden? Çünki niyetim o şekilde. İkincisi ise bu bir olağandışı bir durum. Böyle bir durumda ben sorumluyum. 


Neyin olağan olduğu neden önemli? Kibrit örneğine bakalım. Bir kibritin yanması için sürtünme yaratacak şekilde ona dokunmanız gerekir. Ayrıca oksijen de olmalıdır. Oksijen genellikle mevcut olduğu için oksijeni ateşin nedeni olarak adlandırmayız. Bunun yerine, sürtünmenin kibritin yanmasına neden olduğunu söylüyoruz, çünkü bu sürtünmenin meydana gelmesi alışılmadık bir durumdur. Her kibritin ömrü boyunca yalnızca bir kez gerçekleşir. Dolayısıyla, olağan olan, tamamen fiziksel durumlarda bile nedensellik tanımlarını etkiler. 


Ahlaki durumlarda, olağan olduğu halde bir şeyi neden (cause) olarak adlandırmamak için ek nedenler (reason) vardır…Eğer bir kişi ortalamadan daha kötü değilse böyle bir durumda zarar vermeme ilkesi ile onu suçlamak anlamsız olacaktır. Böyle bir durumda daha ortalamanın çok altında olanlar ne kadar iyileşme yaparsam yapayım kınamaya maruz kalacağım diyerek bundan vazgeçebilir. Öyleyse kınama ortalamanın altındaki kişilere yapılması gerekse daha verimli olur. 


Diğer bir durumda benzer sonuca götürür. Büyük miktarlarda sera salınımı küresel ısınmaya neden olmaktadır. Sera salınımı kendi içinde kötü değildir ve bitkilerin büyümesine fayda sağlar. Sorun çok fazla salınım olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Ancak benim keyfi bir araba sürmem buna neden olmaz. 


Ya da benim nehre siyanür zehri döktüğümü düşünün. Böyle bir durumda nehrin aşağısındaki kişi nehirden su içerse ölür. Ancak küresel ısınma konusunda böyle bir nedensellik doğrudan bir zarara neden olmaz. Küresel ısınma daha çok sağanak yağışlar nedeniyle aşağı doğru akan bir nehre benziyor. Benim nehre bir kova su dökmem bunu değiştirmeyecektir. Ya da kıtlık durumunda bir kişiye bağış yaparsam o kurtulur. Benim araba kullanmaktan kaçınsam bundan en ufak kimse yardım görmeyecek. 


b. Dolaylı zarar ilkesi: Birinin başkalarına zarar veren eylemlerde bulunmasına neden olarak dolaylı yoldan başkalarına zarar veren bir eylemde bulunmamak gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.

Buradaki temel bir sorunum benim eylemlerimin etkili olmamasıdır. İnsanların kendilerini önemli görmeyi sever. Ancak gerçekçi olursak aslında benim yapmam durumda diğer insanlar da keyfi araç kullanacak veya kullanmayacak durumu olası değil. Ayrıca müsrif araba kullanmam gelecek Pazar da bunu yapacağım anlamına gelmez. Eğer iki iddiam da doğruysa (sorumluluk hükümette ve bunu bir alışkanlık haline getirmiyorum) o zaman ben bazen araç kullanıp yine de hükümete çevre duyarlılığı için baskı uygulamaya devam edebilirim.  . 

Ayrıca dolaylı zarar ilkesi yanıltıcıdır.Çünkü çevreci olmayan birisinin keyfi araba kullanımı ile benimkini eş değer kabul etmekdedir. 



c. Katkı ilkesi: Sorunları daha da kötüleştirmemek için ahlaki bir yükümlülüğümüz var.

Küresel ısınma ve iklim değişikli kendi içinde kötü bir şey değil. Ancak hayvanları ve insanları etkilediği ölçüde kötüdür. Dahası iklim değişikliğin ölçeyi benim ona neden olabileceğimdeni çok daha büyüktür. 

  • Gaz ilkesi: Sera gazlarını atmosfere salmamak için ahlaki bir yükümlülüğümüz var. Sera gazları kendi içinde kötü bir şey olmadığı için bu bir anlam ifade etmiyor.. Sera gazları, doğal olarak oluşan ve bitkilerin büyümesine yardımcı olan karbondioksit ve su buharını içerir. Küresel ısınma sorunu, aynı gazların daha küçük miktarlarının kötü olmasından değil, yüksek miktarlardaki sera gazlarından kaynaklanmaktadır.


d. Risk ilkesi: Diğer insanların zarar görme riskini artırmamak gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.


Buradaki sorun, küresel ısınmanın alkollü araç kullanmaya benzememesidir. Alkollü araç kullanmak zarara yol açtığında, bu özel durumun kurbanını tespit etmek kolaydır. Bizim örneğimizde böyle bir kurban tespiti yapmak pek olası değil. 


Risk ilkesi doğru olsaydı, inanılmaz derecede kısıtlayıcı olurdu. Eğer araba kullanmam küresel ısınmaya neden oluyorsa egzersiz yapmak ve su kaynatmak da benzer şekilde neden olmaktadır. 



4. İçsel İlkeler (Internal Principles)

Kantçılar, eylemlerin ahlaki statüsünün faillerinin maksimlerine ya da "öznel irade ilkelerine" - kabaca güdüler, niyetler ya da planlar olarak adlandırabileceğimiz şeylere - bağlı olduğunu iddia ederler. 


Bu içsel odaklanma Kant'ın kategorik zorunluluğa ilişkin ilk formülasyonunda açıkça görülmektedir: 


  1. Evrenselleştirilebilirlik ilkesi: Evrensel bir yasa olmasını isteyemeyeceğimiz hiçbir maksime göre hareket etmemek gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır. Buradaki fikir, evrensel olarak bu maksime göre hareket etmenin kötü sonuçlar doğuracağı değildir. Bunun yerine, bazı düsturların "çelişki olmaksızın evrensel bir doğa yasası olarak bile düşünülemeyeceği" iddia edilmektedir.

Ancak benim sadece eğlence amaçlı zararsız araç kulanma isteğimden böyle bir çıkarım doğru değil. Evrensel bir yasadan, insanların zararsız bir şekilde eğlendiği ya da eğlenebileceği gibi bir çelişki çıkarmanın hiçbir yolu yoktur. Sera gazına neden oluyor olmam da kötü bir sonuç olarabilir ancak, bir çelişki değil. Zira benim zarar vermek gibi bir niyetim de yoktur/


  1. Araç ilkesi (the means principle): Başka herhangi bir kişiye sadece bir araç olarak davranmamak gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.

  2. Çifte etki doktrini: Kimseye kasıtlı olarak (ne amaç ne de araç olarak) zarar vermemek gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz var.

Her iki ilke için de benzer şeyi söylüyor Simmon. Benim ne kasti ne de dolaylı bir zarara neden olduğumu göstermede yetersiz. 



  1. Erdem ilkesi: Bir ahlaksızlığı ifade eden ya da erdeme aykırı olan bir eylemi gerçekleştirmemek için ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.


İçsel yönelimli bir diğer teori de erdem etiğidir. Bu yaklaşım belirli eylemler veya niyetlerden ziyade genel karakter özelliklerine odaklanır. Erdem etiğinden yükümlülüklere ilişkin bir ilkenin nasıl türetileceği açık değildir, ancak burada yaygın bir girişim söz konusudur Bu ilke, benzinli araç kullanmak bir erdemsizliği ifade ediyorsa ya da hiçbir erdemli kişi sırf eğlence olsun diye benzinli araç kullanmayacaksa sorunumuzu çözer.


Bu ilkenin geçerli olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Eğlenmek için benzinli araç kullanmanın "bir ahlaksızlığı ifade edip etmediğini" nasıl anlayabiliriz? Görünüşe bakılırsa, eğlence arzusunu ifade ediyor. Eğlenmenin kötü bir yanı yoktur. Eğlenmek ancak zararlı ya da riskli olduğunda kötücül hale gelir. Ancak zarar ve risk ilkelerine daha önce yanıt vermiştim. Dahası, eğlenmek için benzinli araç kullanmak her zaman bir ahlaksızlığı ifade etmez.


Bazıları buna katılmayacaktır. Belki de erdem ve ahlaksızlık kavramlarınız, keyfi araba kullanmayı esasen ahlaksızlık haline getiriyordur. Ama neden? Bu ilkeyi uygulamak için, bir eylemin ne zaman bir ahlaksızlık ifade ettiğine dair öncül bir teste ihtiyacımız var. "Ahlaksızlığı gördüğümde anlarım" diyemezsiniz çünkü diğer insanlar aynı eyleme baktıklarında ahlaksızlık görmezler, sadece eğlence görürler. Başkaları görmezken sizin gördüğünüze başvurmak bu soruyu mecbur kılar ve sizin görüşünüzün onlarınkinden daha net olduğuna inanmak için hiçbir nedeniniz yoktur. Ancak bu, erdem ilkesinin soruyu geçiştirmeden uygulanamayacağı anlamına gelir. Böyle bir araba kullanmanın neden kötü niyetli olduğuna dair bir neden bulmamız gerekir. Bu nedene sahip olduğumuzda, savurgan bir şekilde araba kullanmamam için ahlaki bir yükümlülüğüm olmasının nedeni olarak doğrudan bu nedene başvurabiliriz. Erdem yoluyla yan adım atmak yardımcı olmaz ve yalnızca meseleyi belirsizleştirir.


5. Kollektif İlkeler


Belki de hatamız tek tek kişilere odaklanmaktır. Bunun yerine kurumlara odaklanabiliriz. Benimseyebileceğimiz bir kurum da hukuk sistemidir. 


  1. İdeal hukuk ilkesi: Yasadışı olması gereken bir eylemi gerçekleştirmemek gibi ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.

Hükümetler küresel ısınmayla savaşmalıdır. Bu anlamda belirli yasakları da yasa olarak kabul etmelidir. Bu ilkeye göre yasa kabul edilmeden hemen önce bile benim keyfi araç kullanmam doğru değildir. 

Buradaki temel sorun araç kullanımın yasaklanması ile ilgili. Böyle bir şey pek pratik değil. Öyleyse sadece araç kullananlara uygulanabilir. Bu da özgürlüğü mümkün olduğunca kısıtlayacaktır ve hükümetler bunu yapmamalıdır. Alternatif çözümler ise araba kullanmanın ancak daha pahalı yapar yasaklamaz. Eğer bu alternatif kanunlar doğrudan yasaklardan daha iyiyse (çünkü daha fazla özgürlüğe izin veriyorlar), o zaman ideal kanun ilkesi bir benzinciyi hemen sürmemek gibi ahlaki bir yükümlülük getiremez.


  1. Grup ilkesi: Eğer bu eylem bizi, eylemleri birlikte zarar veren bir grubun üyesi yapıyorsa, bir eylemi gerçekleştirmemek için ahlaki bir yükümlülüğümüz vardır.

Diyelim ki havalimanında herkes sesli bir şekilde konuştuğu için uçuş uyarılarını kaçırıyoruz. Bu durumda herkes konuşmamasını sağlamak iyi olurdu. Keşke daha sessiz olsak diye bir cümle kursam bu kötü niyetli veya zararlı olmayacaktı. Belki bir kural olması lazım kütüphanede olması gibi ancak öyle bir kural yoksa herkesin yapmaya devam edeceği bir durumda benim de araba sürmem ahlaksız olmaz. 



6. Karşı Olgusal İlkeler (Counterfactual Principles)


Şuana kadar gerçek sorunlar hakkında konuştuk belki de hipotetik sorular hakkında da konuşmamız gerekiyor. 


  1. Genel eylem ilkesi: Herkes için aynı türden bir eylemde bulunmak daha kötü olacaksa, bir eylemde bulunmamak gibi ahlaki bir yükümlülüğüm vardır.


  1. Genel izin ilkesi (general permission principle) : Herkesin bu tür bir eylemi gerçekleştirmesine izin verilmesi daha kötü olacaksa, bir eylemi gerçekleştirmeme konusunda ahlaki bir yükümlülüğüm vardır.


  1. Kamusal izin ilkesi: Herkesin bu tür bir eylemi gerçekleştirmesine izin verildiğini bilmesinin herkes için daha kötü olacağı durumlarda bir eylemi gerçekleştirmeme konusunda ahlaki bir yükümlülüğüm vardır.

  2. Sözleşmeci ilke: Hiç kimsenin toplumdaki eylemleri yönetmek için genel bir kural olarak makul bir şekilde reddedemeyeceği genel bir kuralı ihlal ettiğinde, bir eylemi gerçekleştirmemek için ahlaki bir yükümlülüğüm vardır.


7. What is left?


Bence bu kadar ilke üzerinden bir karşı argüman geliştirmek şimdilik olası tartışmaları görmek için yeterlidir. Daha fazla okuma için makaleye bakabilirsiniz.


31 Ocak 2020 Cuma

İklim Değişikliği Politikalarının Başarısızlığı Üzerine I

Sosyal bilimlerin iklim değişikliği politikalarının başarısızlığına ilişkin vereceği yanıtlar disiplinlere özgün olarak çeşitlidir. Sosyal bilimlerin çalışma alanları bireyden toplumsala ve kolektif olana insan eylemlerinin muhtelif yönlerini araştırmaktadır.1 Dolayısıyla, böyle bir başarısızlığın psikolojik, sosyolojik, politik ve uluslararası politik olmak üzere farklı boyutları vardır. Örneğin, dış politika karar alma süreçleri iç politik baskılardan etkilense de iç politikayı oluşturan faktörlerin kendisi de belirli yapı ve süreçler tarafından oluşturulmaktadır. Ya da tam tersine, psikolojik faktörler karar alıcı düzeyde sonuçlar doğurmada etkili olsa da tekil vatandaşların algıları politikaları tetiklemede yetersiz kalmaktadır. Yine de bireysel olandan kolekftif alana bu soruları sormak, gerekli çözüm alanlarını belirlemek yönünden anlamlıdır. İnsanlar neden günlük yaşamlarında küresel iklim değişikliğine kayıtsız kalmaktadırlar? Alternatif enerji kaynaklarının kullamı niçin tek başına yeterli değildir? Neden politika gündemimizde iklim eylem planı gibi konular yer almamaktadır? Uluslararası politikada devletler arasında işbirliğinin başarısızlığının nedenleri nelerdir? Bu blog yazısı kabaca bu sorulara yanıt aramaktadır.

İnsanlar günlük yaşamlarında farkında olmadan binlerce kararlar alırlar. Bu, çocukluktan erginlik dönemine ve yaşlılık dönemine kadar sürekli artarak yenilenir. Gündelik yaşamın tekrarlılığı ise insanları belirli yaşam biçimini sürdürmesine neden olur (Bu yaşam biçimi de yeni gelen trendlerle benzer şekilde yeniden şekillenir2). Genellikle, okula ya da işe gidip gelirken aynı yolu takip ederiz. Çok az bir kısmımız farklı bir yol seçeneğini denemişizdir. Dolayısıyla, kazanılmış bilgi olarak tecrübelerimiz bizi belirli hantallığa düşürür. Bu yüzden de yaşamımızda bireysel eylem gerektiren bir çok konu bu hantallık içine gömülüdür. Bu süreç boşlukta gerçekleşmez, diğer farklı bir çok şey tarafından tetiklenir ve yönlendirilir. Örneğin, iletişim kanallarımız sadece dünyayı algılama biçimimizden değil, aynı zamanda gazetelerden ve televizyon haberlerinden etkilenmektedir.

Kabaca, evrimsel olarak insan beyninin dış tehlikelerin boyutlarına göre bir savunma geliştirdiği bilgisinden yola çıkarsak, o zaman bu tehlikelere ilişkin sunduğumuz refleksin boyutu da ona göre şekillenecektir.3 Bu Anthony Giddens’in tanımladığı Giddens paradoksuna denk gelmektedir. Tanım, küresel ısınmanın yarattığı tehlikeler günlük yaşamda somut, acil veya görünür olmadığı için, birçoğunun ellerinin üzerinde oturacağı ve somut bir şey yapamayacağını belirtiliyor.4

Peki biyolojik yapımız tüketimlerimizin ve dolayısıyla çevreye ilişkin zararlarımızın temel nedeni midir? Ya da başka bir ifadeyle, algılarımızı şekillendiren psikolojik bariyerlerimizi önlediğimiz zaman bireysel tüketimlerimizi azaltacağımızı söyleyebilir miyiz? Yanıt, büyük oranda ‘hayır’ olmaktadır. Marx’ın ifade ettiği gibi, insanlar tarihlerini yaparlar ancak kendi belirledikleri şartlarda değil. Faruk Yalvaç’ın söylediği gibi, ‘toplum bilimlerin varlık nedeni, insan deneyimlerini ve toplumsal olayları zorunlu kılan ve düzenleyen altta yatan ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır.  İnsanlar bu toplumsal ilişkilerden haberdar olmayabilir. Bu nedenle hakim toplumsal yapıları çıkararak ve nasıl işlev gördüklerini göstererek toplum bilim eleştirel ve özgürleştirici bir rol oynar.’5 Bu yüzden bireyi sınırlayan yapıların gösterilmesi gerekir.


1.  Psikoloji: Güdülenmiş Mühakememiz ve İklim Değişikliği
Psikoloji temel olarak insan davranışlarının ve onu belirleyici etkenlerinin incelenmesidir.6 Bireysel ve toplam tüketimlerimizin kümülatif olarak etkisi çok yüksek olmaktadır. Örneğin bir araştırma, Birleşik Devletler’de hanehalkının doğrudan olarak evlerde ve işdışı seyahetlerini içeren eylemlerinin (ısıtma ve araç kullanımı) ulusal karbon salınımın %38’ini oluşturduğunu göstermektedir.7 Bu, ülkedeki diğer tüm sektörlerden ve Çin hariç diğer tüm ülkelerden daha fazla emisyon salınımı oranını doğurmaktadır. Bireysel eylemlerimizin psikolojik olarak nelerden etkilendiğini ve ne ile şartlandırıldığını bilmek ona yönelik politikalar geliştirmek yönünden gereklidir.8

Psikolojik olarak ‘algı’ (perception) kavramı bilgi, inanç, davranış, endişe, algılanılan tehdit gibi çeşitli inşalardan oluşmaktadır. Bu tanımlamaları konuya ilişkin olarak insanın içsel temsillerinin (belirli sosyal süreçler ve kültürel bağlam tarafından şekillendiğini de kabul ederek)  bilişsel (cognitive), duygusal (affective), değerlendirici (evaluative) boyutları olarak gruplandırmak mümkündür.9   Kabaca, epistemolojik biliş (epistemic conginition) içine dahil edilebilecek olan  bilişsel bilgimiz güdülenmiş mühakememiz (motivated reasoning)10 tarafından etkilenmektedir. Böylece, yorumlarımız yerleşik inançlarımız, dünya görüşümüz ve ideolojilerimizin süzgecinden geçmektedir (dünyanın düz olduğuna inanan insanları düşünün).

İklim değişikliğine yönelik insanların yaklaşımı belirli faktörler (riske maruz kalma, kültürel değerler, politik bağlam) dolayısıyla çeşitlilik göstermektedir.11 Cinsiyet ve yaş farklılığı gibi olgular sorunun kabulüne ilişkin farklılık ortaya koysa da12 Whitmarsh ve Capstick’e göre, değerler, dünya görüşü ve ideolojik faktörler son kertede güçlü belirleyicidirler.13 Örneğin, muhafazakar ve liberal parti üyeliği sizin iklim değişikliğine şüpheci veya destekleyici bir tutum takınacağınızın belirleyicisi olabilir. Diğer taraftan genel bir değerlendirme yapılırsa, iklim değişikliğine ilişkin algılanılan engellerin ortaya konulması gerekir. Bu anlamda en kapsamlı çalışma  Robert Gifford tarafından yapılmıştır.14 Gifford yedi kategoride toplam otuz algılanılmış engel tespit etmiştir. Bir sonraki blog yazısında ayrıntılı olarak paylaşılacağı için şimdilik bu kısımı burada sonlandırmak gerekiyor. Bununla birlikte başka bazı kavramları burada paylaşabiliriz; (Future Discounting, Risk Perception, Solution Aversion, Anchoring, Wait and See Attitudes, Positive outcomes about future and etc.) Son olarak şunu söylemek gerekir ki, insanlar arasında alternatif enerji veya ev aletleri kullanımında çoğu zaman gözlemlenen şey, ilk dönem kullananlarda statü kaynaklı olduğu ve genel olarak ise bütçelerinde hafiflemeye neden olduğu için tercih ettikleridir. Ya da tam tersi, birçok insan pahalı olduğunu düşündüğü için tercih etmemektedir. ABD özelinde yapılan başka ampirik çalışmalarda ise insanların enerji tasarrufu konusunda yanlış algıda oldukları gözlemlenmiştir. İnsanlar ev aletlerini değiştirmek yerine daha çok ışıkları kapamak vs. gibi yöntemlerin faydalı olduğuna inanmışlardır. Bu yüzden kıyamet senaryolarını dile getirmeden önce bu tip pratik çözümlere yönelmek ve doğru bilgilendirme psikolojide önemli görülmektedir.


2. Sosyoloji: Sosyal Yapıların Önemi ve Bodrumdan Bi’ Aşağısı (A Subfield of A Subfield) olarak İklim Değişikliği
‘Sosyologların çevre sorunlarının önemini anlamaları oldukça zaman almıştır.’15  Sosyoloji üzerine ABD’de en çok satan 11 ders kitabını inceleyen En-Lui ve Szasz, (ders kitaplarının genelde içerik kısmındaki başlıkların önem sırasına göre dizildiğini dikkata alırsak’) bu kitaplardan dokuzunun çevre başlığını son bölüme veya son bölümden bir önceye yerleştirdiğini, birinin konuya dair hiç yer vermediyini ve genellikle bu bölümlerin de ‘popülasyon, şehirleşme, çevre’ gibi üçlü altbaşlığa sahip olduğunu göstererek çevrenin sosyoloji kitaplarındaki yerini alt-alt alan’ (a subfield of a subfield) olarak tanımlamışlardır.16  Diğer taraftan Uluslararası Sosyal Bilimler Konseyi’nin bir araştırmasına göre ise bu alanda yapılan yayımların sadece %3’ü sosyologlara aittir.17

Sosyolojinin çevreye ilişkin konuları ihmal etmesi pratik nedenlerden kaynaklanmamaktadır. Ontolojik olarak, çevre, insanın doğa üzerindeki bağımlığını aştığı 19. yüzyılın bir ürünü olarak ortaya çıkan modernist değişim sürecinden doğan sorunları, dolayısıyla, sosyal olguları inceleyen sosyoloji biliminin dışında bir alan olarak kabul edilmiştir (örn. Durkheim’e göre, toplumsal olgular sadece diğer toplumsal olgularca anlaşılabilir18). İnsan merkezci ve toplumu biofiziksel çevrenin dışında gören, teknolojik gelişmeye, ekonomik büyümeye, ilerlemeye olan inançla ve tüm bunların süresiz olacağına inanan Batı kültüründen etkilenmiş klasik sosyolojide çevre konusu yer edinememiştir.19 Klasik sosyolojiye yönelik bu eleştiri ilk defa Çevre Sosyolojisi’nin yeni bir alt disiplinin olarak ortaya çıktığı 1970’lerde Riley Dunlap ve William Catton tarafından yapılmış ve bu dönemi ‘İnsan İstisnalığı Paradigması’ olarak adlandırarak buna karşı kendi Yeni Ekolojik Paradigma’larını sunmuşlardır.20 Bu ayrım bugün çevre sosyolojisinde en yaygın kullanılan tipolojidir.21
Sosyoloji neden psikolojik faktörleri incelemenin yetersiz22 ve iklim değişikliği politikalarının başarısız olduğunu sosyal düzenin mikro, mezzo ve makro boyutlarını23, dolayısıyla, sosyal yapıları, kurumları ve süreçleri göstermesi yönünden önemlidir. Bu anlamda, Giddens’in söylediği gibi sosyolojinin konusu eksik anlaşılmaktadır. Sosyoloji insanların gruplar halinde nasıl davrandığına ilişkin bir şey değildir; ‘Sosyolojinin konusu toplumun bizi nasıl yönlendirdiği ile bizim kendimizi nasıl gerçekleştirdiğimiz arasındaki bağlantıları incelemektir.’24  Kısaca, sosyoloji, bireysel eylemlerimizi yönlendiren değerler, sosyal pratikler ve kurumsal süreçlerin anlaşılmasında önemli katkılar sunmaktadır.
Çevresel sorunlara ilişkin Kuzey Amerika ve Avrupa’dan farklı kuramlar ortaya atılmıştır. Kuzey Amerika’da Yeni Ekoloji Paradigması (YEP),  Eko-marksist perspektif öne çıkarken, Avrupa’dan Risk Toplumu ve Ekolojik Modernleşme kuramları öncelik kazanmıştır.25 YEP’le ilgili tartışmayı yukarıda yaptık. Geleceğin bugünden daha iyi olacağına, dolayısıyla, ilerlemeye olan inanç ve teknolojik gelişmeye olan bağılılık Batı kültürün tanımlayıcı karakteri olarak mevcut çevresel bozulmaların temel sebebi görülmüştür. Eko-marksist yaklaşımlardan biri olan Koşu Bandı Teorisine göre ise üretim araçlarına sahip olanlar, kısaca üreticiler karlarını artırmak için süreç içerisinde devletin desteğiyle de üretimin artmasına ve genişlemesine, sonuç olarak çevresel tahribata sebebiyyet vermişlerdir.26 Üreticiler üretimlerini artırmak isterler. Bu üretim sürecinde enerji gibi doğal kaynakların tüketimi gerektirdiği ve bu tüketim de çevre bozulmalarına neden olduğu için üretimin artması ile çevresel sorunların tırmanmasına neden olmuşlardır. Üreticiler otomasyona yatırım yaptıkları için işsizliğe neden olsa da daha fazla üretim ile daha fazla işyerlerinin sağlanmasına ve bu dinamik organize işgücü ile de hızlı büyümeye katkı sağlamıştır. Büyüme ve yeni vergilendirmeler hükümete politikalarını yürütebilmelerine ve meşruiyetlerini sağlamalarına neden olduğu için bu süreci desteklemişlerdir. Sonuç olarak kuram, ekonomik büyümenin çevresel ve sosyal tahribata neden olduğunu ve hükümetin de bu sorunların üstesinden gelmek için daha fazla üretimi desteklediğini söylemektedir. Buna karşı olarak ise Ekolojik Modernleşme kuramı geliştirilmiştir. Bu kurama göre sosyoekonomik dinamikler çevre üzerindeki baskıyı azaltacaktır.27 Yüksek düzey zenginlik politika ve tüketici taleplerinde değişikliğe yol açacak ve artan ölçekdeki bu sorunları iyileştirecektir. Modernitenin bir ürünü olan akılcılık ve teknolojik gelişme çevresel sorunları iyileştirmeye yardımcı olacaktır. Ampirik çalışmalar Ekolojik Modernleşme teorisin argümanlarını zayıflatmaktadır.28 Ekonomik büyüme ve şehirleşme seragazı emisyonları salımını daha fazla artmasına neden olmaktadır.  Diğer taraftan önemli bir soru neden alternatif enerji kaynakları kullanımının emisyon salımına ciddi bir katkısı olmadığıdır. Bu Jevon paradoksu olarak tanımlanmaktadır. Enerji üretiminde iyileştirilmeler yapılsa da üretim ve tüketim daha hızla arttığı için bu artan farkı ikame edememektedir. Orta sınıf genişledikce tüketim artmaktadır29 ancak aynı zamanda bu tüketim sorunu üreticiler tarafından oluşturulmaktadır. Üreticiler sadece tüketicileri şekillendirmemekte yine aynı zamanda politikaları da yönlendirmektedirler.30  F. Buttel’e göre, Koşu Bandı Üretimi teorisi çevre sorunlarını ekonomik ve politik sistemlerin eşitsizliği üzerinden açıklayabilmektedir, toplumsal açıklamaya dayandığı için eşsizdir ve aynı zamanda bağımlı değişken olarak da biofiziksel çevreyi merkeze koymuştur.31  Sorunun bir başka boyutu ise ‘ekolojik eşitsiz değişim’ ile ‘ulusaşırı üretim örgütleri’ üzerine olan kuramları içermektedir ki bu bölümün kapsamını aşmaktadır.


3. Politika I: Yanlış Anlaşılmış Bir Konu mu? Devlet Analizinden İnsan-Çevre İlişkisine
İnsanlar arasında hatta siyasetin kurucu oyuncuları arasında siyasetin yanlış ve eksik anlaşıldığını söylemekle haddimi fazla mı aşmış olurum? Politika kelimesinin evrimi aslında onunla özdeşleştirilen ve aynı anda sosyal ve siyasal hayvan anlamına gelen zoon politikon kavramının sosyal olanı dışarıda bırakacak şekilde nasıl şekillendiğini göstermektedir.32 Zaten bu yüzden Aristotel değil de Machiavelli siyaset biliminin kurucusu olarak kabul görmemiş midir?  Siyasetin kendine özgü kuralları var mıdır, siyasal olan civil-i dışlayan bir şey midir ya da marksizmde olduğu bir sınıfsal çatışmanın bir sonucu mudur? Bu sorular siyasetin ve politik olanın tanımlamak için gerekli sorular olsa da bu bölümün konusu değildir. Ben burada daha çok iki şey ile ilgelenmekteyim; birincisi siyasetin düşünüldüğü kötü kullanımının aksine, iyi ve gerekli bir şey olduğu. İkincisi ise bu gereklilikle ilgili olarak politik olanın dar anlamda yaygın olarak kullanıldığı gibi devlet kurumları ile ilişkilendirilmenin eksik ve yetersiz olduğu.
Politika ile ilgili söylemler olumsuz çağrışımın ötesine gidememektedir. Politika yaygın olarak yolsuzluk, hile, ikiyüzlülük, öz-çıkar, verimsizlik ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Diğer taraftan kavram belirli kamusal kurumlarla özdeşleştirilmektedir. Bu iki söylemin - mevcut dönemdeki memnuniyetsizliğin farklı nedenleri olduğunu dikkate almakla birlikte33 - aslında politikanın tarihçesi ile yakından ilişkisi vardır.
Giovanni Sartori ‘What is Politics?’ isimli makalesinde politika kavramının ilk anlamını kazandığı eski Yunandan modern döneme değin evirildiği serüvenini ortaya koyarak politikanın neye benzediğini açıklamaya çalışmaktadır.34 Eski Yunanda kullanılan politika kavramı dikeyliği barındırmıyordu. Ve bu dikeyliğe denk gelecek olan kelimeler ise Latincede karşılık bulmakla birlikde 19. y.y.da -bir zamanlar yataylığı ifade eden- politika kelimesi altında toplanacaktı. Daha sonra ise demokrasi kavramı ile birlikte politika kitleselleşecekti, demektedir Sartori. Burada önemli olan şey politikanın Machiavelli ile birlikte yeni bir boyut kazanmasıydı. Kavramın evriminde dönemsel olarak iki farklı yaklaşım baskın olmuştur; 16. yüzyıla kadar egemen olan Aristotelesci söylem ve bundan sonra baskın olan Machiavellici siyaset yönetimi. Başka bir ifadeyle ‘siyaset söyleminin, birçoğunun bireyin dar görüşlü arzularına karşı kolektif ihtiyaçlarını karşılamak için cumhuriyeti yönetme konusundaki otantik politik sanatına dikkat çektiği yerde, hikmet-i hükümet (reason detat), daha farklı ve daha karanlık bir sanatı vurgulamaktaydı.’35 Süreç içerisinde ekonomik özgürlüğun etkisi ile sivil alan politik alandan bir kopuşu gerçekleştirecek ve yirminci yüzyılda kitleler tekrar siyasal alana geri döndüğünde politika da yeniden kitleselleşecekti ve böylece; ‘devlet genişlese de, siyasi süreçler artık kurumlarının içinde yer alamaz ya da onun altına alınamaz(dı).’36
Politika arena (arena ya da site) ve süreçsel yaklaşım (processual) olarak iki şekilde tanımlanmaktadır.37 Yukarıdaki tarihçe politika kavramının yaygın olarak kullanılan ilk tanımına işaret etmekte ve devleti merkeze almaktadır. Zaten siyaset felsefesi de spesifik olarak devletle ilgilenmektedir.38  İkinci yaklaşım, siyasetin, insan türünün bulunduğu her yerde var olan (kesinlikle çok farklı biçimler almasına rağmen) çok daha genel ve evrensel bir süreç olduğunu ve bu nedenle karakteristik ve gerekli bir özellik olduğunu savunan süreçsel yaklaşımdır; geçmiş ve şimdiki tüm toplumların bir işlevi değil: her zaman olmuştur ve daima olacaktır ve bu nedenle vatansız toplumların da siyaseti vardır’.39 Politikayı süreç olarak gören yaklaşım, Sartori’nin, politikanın genişlediği için bulanıklaştığı ve sosyolojinin politikayı düzleştirdiği40 şeklinde eleştirisinden farklı olarak, analitik karmaşaya da neden olmamaktadır.41
Politikayı süreç olarak ele alan yaklaşım nerede insan, dolayısıyla güç ve kaynak varsa, orada siyasetin olduğunu söylemektedir. Bu yüzden siyaset sadece hükümetin belirli kararları aldığı ve zorlayıcı gücü ile uygulattığı bir şey değildir. Siyaset bir faaliyettir ve insanların içinde olduğu, örneği ailede ve gönüllülük birlikleri gibi her yerde politika da vardır.42
Politika doğrudan devlet eylemleri ile politikacılar yolsuzlukla anlamlandırılırken, devlet dışı alan da savaşla ilişkilendirilmektedir. Çevre, eğitim ve sağlık politikaları (ya da bu alandakı karar alımı ve kaynak dağıtımı süreci) politik konular olarak görülmez. Bu da politikanın dar anlamda kötü bir şey olarak anlaşılmasına ve politik olanın da yolsuzluk ve savaş gibi belirli konularla ilişkilendirilmesine neden olmaktadır. Andrew Leftwich politikanın, ‘resmî kurumların içinde veya ötesinde, küresel düzeyde veya bir aile içinde iki veya daha fazla kişinin bulunabilecekleri her yerde, kaynakların kullanımı ve dağıtımı üzerinde çatışma (barışçıl ya değil), müzakere ve iş birliğinin tüm faaliyetlerinden oluştuğunu iddia etmektedir.43
Ancak yine de politikanın iki yaklaşımına yönelik çevreci eleştiriyi dikkate almak gerekmektedir. Çevreyi merkeze dahil etmek bir tarafa ‘politik teorinin ihmal ettiği bu sorun (iklim değişikliği) büyük bir boşluk yaratmaktadır’.44 Nail Carter, dar ve geniş anlamında kullanılsa da politika söyleminin sadece insan ilişkileri ile ilgili olduğu için ve doğaya araçsal yaklaştığı için  eleştirmektedir; ‘siyaset, insanların sosyal ve doğal çevreleriyle etkileşime girme biçimleriyle ilgilidir.’45 Bu yorum aynı zamanda insan ve çevrenin karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu söylemektedir.46  Politikaya çevreci yaklaşım, ekosistem ve biosferde doğanın farklı bölümlerinin birbiri ile etkileşim içinde olduğu ve bütünün parçaların toplamından daha büyük olduğu bütüncül bir yaklaşım demektir.47

SONNOTLAR
1. Bu farklılaşım üzerine okuma için bkz. Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, Çev. Abdullah Yılmaz,  Ayrıntı Yayınları, 7. Baskı, 2010, s.9-18.
2. Günlük pratiklerimizin nasıl yeniden üretildiği ve göze çarpmadan yeni değişimler içine girerek belirli bir pratiği nasıl takip ettiğimizi (practice based theory veya theory of practise) tüketim kültürü bağlamında okumak için bkz.  Karen Ehrhardt-Martinez et all., ‘Consumption and Climate Change’, (der.) R. Dunlap ve R. Brulle, Climate Change and Society: Sociological Perspective, Oxford University Press, 2015, s.103-6.
3. Robert Gifford, ‘Dragons of Inactions: Pyschological Barriers that Limits Climate Change Mitigation’, American Pyschologist, Vol. 66, No 4, 2011, s.291
4. Anthony Giddens, ‘Climate Change and Every Day’, The Guardian, 23 May, 2009.
5. Faruk Yalvaç, ‘Uluslararası İlişkiler Teorisinde Temel Tartışmalar ve Eleştirel Gerçeklik’, (der.) Tayyar Arı,  Postmodern Analizler I, MKM Yayınları, 2012, s.19.
6. Kimberly S. Wolske ve Paul Stern, ‘Contribution of Psychology to Climate Change: Opportunities Through Consumer Behavior’, Psychology and Climate Change: Human Perceptions, Impacts, and Responses, Academic Press, 2018, s. 128.
7. Gerard T. Gardner ve Paul Stern, ‘The Short List: The Most Effective Actions US Households Can Take to Curb Climate Change’, Environment: Science and Policy for Sustainable Development, Vol. 50, No. 5, 2008, s. 12-25; ABD’de çok fazla bireysel araç kullanımının, örneğin, AB gibi toplu taşıma araçlarının çok yoğun olduğu yerlerden farklı olarak, bir takım yapısal nedenleri vardır.
8.Paul Stern, psikoloji biliminin potensiyel katkısının, psikolojik kavramların doğrudan uygulanmasından değil, psikolojik bilgi ve yöntemleri bilim ve teknolojinin diğer alanlarından gelen bilgilerle bütünleştirmesinden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Paul Stern, Contribution of Psychology to Climate Change’, American Pyschologist, Vol 66, No 4, 2011, s. 304-11; Janet K. Swim et. all., ‘Pyschology’s Contribution to Understanding and Addressing Global Climate Change’, American Pyschologist, Vol 66, No 4, 2011, s.241-50.
9. Lorraine Whitmarsh ve Stuart Capstick,  ‘Perceptions of climate change’, (der.) Susan Clayton and Christie Mannin,  Psychology and Climate Change: Human Perceptions, Impacts, and Responses, Academic Press, 2018, s.13
10. İbid s. 24.
11. İbid s. 20.
12. Weber de genel bir değerlendirme yapılamayacağını vurgulamaktadır. Elke U. Weber, ‘What Shapes Perceptions of Climate Change? New Research Since 2010’, WIREs Clim Change, Vol 7, 2016, s.129.
13. Whitmarsh ve Capstick, ‘Perceptions of climate change’, s. 23.
14. Robert Gifford, ‘The dragons of inaction: Psychological barriers that limit climate change mitigation and adaptation’, American Psychologist, Vol 66, 2011, s. 290-302.
15. Anthony Giddens ve Philip W. Sutton, Sosyolojide Temel Kavramlar, Çev. Ali Esgin, Phoenix, 3. Baskı,  2018, s. 102
16. Çevre konuları bir kaç sayfa halinde verilmiş, eksik anlatılmış ve konuya ilişkin yeterli tartışma yapılmamıştır. Ayrıntılı okuma için bkz. John Chung En-Lui ve Andew Szasz, ‘Now it’s the time to add more sociology of climate change to our introduction to Sociology courses’, Teaching Sociology, Vol 47, No 4, 2009, s.273-83.
17. Kari Marie Norgaard, ‘Sociological Imagination in the time of climate change’, Global and Planetary Changes, Vol. 163, 2008, s.172
18. Toplumsal olgular ve bunların gözlemlenmesine ilişkin kurallar için bkz. Emile Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, Çev. Cenk Saraçoğlu, Cem Yayınları, 2004, s.47-123; Durkheim üzerine küçük bir giriş okuması için bkz. Anthony Giddens, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, 2012, s.46-50; Dunlap ve Catton, Durkheim’in sosyoloji biliminin toplumsal olguların (sui generis doğası nedeniyle) objektif gerçekliğini incelediğini, dolayısıyla, toplumsal olguların ancak diğer toplumsal olgularca anlalışabileceğini savunduğu için disiplinin anti-indirgemeci tabuya’ düşerek sosyal fenomenlerin biolojik ve fiziksel çevresel değişkenlerce açıklanılmasını reddettiğini vurgulamaktadırlar. Riley E. Dunlap ve William R. Catton, Toward an Ecological Sociology: The Development, Current Status, and Probable Future of Environmental Sociology, (der.) William D’Antonio et. all., Ecology Society & the Quality of Life, Transaction Publishers, New Jersey&London, 1994, s.13; Geleneksel dönem üzerine bir okuma için bkz. John Hannigan, Environmental Sociology, Routledge, First Edition, 1995, s.1-10
19. Dunal ve Catton , Toward an Ecological Sociology.., s.12-15; Riley Dunlap, ‘Paradigims, Theoires, and Environmental Sociology’, (der.) Riley Dunlap et. all., Sociological Theory and the Environment: Classic Foundations and Contemproary Insights, Rowman&Littlefield Publisher, 2002, s.331-7;  İlk dönem sosyologların çevreyi dışlasa da tamamen ihmal ettmediği üzerine olan tartışmalar için bkz. Eugenne A. Rosa ve Lauren Richter, ‘Durkheim on the Environment: Ex Libris or Ex Chatedra? Introduction to Inagural Lecture to a Course in Social Science 1887-8’, Organization&Environment, Vol. 21, Number 2, 2008, s.182-7; Timo Jarvikoski, ‘Relation of Nature and Society in Marx and Durkheim’, Acta Sociologica, Vol 39, No 1, 1996, s. 73-86
20. İlk adlandırma Yeni Çevreci Paradigma’ydı. Sonra ‘Yeni Ekolojik Paradigma’ olarak değiştirdiler. William Catton ve Riley Dunlap, ‘Environmental Sociology: A New Paradigm’, The American Sociologist, Vol. 13., 1978, s.41-9; R. Dunlap ve W. Catton, ‘Environmental Sociology’, Annual Review of Sociology, Vol. 5, 1979 s.243-73; W. Catton ve R. Dunlap, ‘A New Ecological Paradigm for Post-Exuberant Sociology’, American Behavioral Scientist, Vol. 24, No 1, 1980, s.15-47; R. Dunlap ve W. Catton, ‘Environmental Sociology: A Framework for Analysis’, T. O’riordan ve R. d’Arge, Progress in Resource Management and Environmental Planning, Vol 1, John Wiley, 1979, s.57-85,
21.  Hannigan, Environmental Sociology s.14
22. İklim değişikliğini birim düzeyde inceleyen psikoloji ve ekonominin bir eleştirisi için bkz. Robert J. Brulle ve Riley Dunlap, ‘Sociology and Global Climate Change Introduction’, (der.) R. Dunlap ve R. Brulle, Climate Change and Society: Sociological Perspective, Oxford University Press, 2015, s.8-12; Sosyolojinin katkıları için bkz. İbid. s.16-18; Norgaard, ‘Sociological Imagination..’, s.171-6.
23. Norgaard, Sociological Imagination in the time of climate change’, s.172
24. Giddens, Sosyoloji, s.41-2
25. Nahide Konak, ‘Çevre Sosyolojisi: Kavramlar ve Teorik Gelişmeler’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 24, 2000, s. 271-83
26. Eugena A. Rosa et.all., ‘The Human Driving (Anthropogenic) Forces of Climate Change’, Dunlap ve Bulle, Climate Change and Society, s.38-40, Konak, ‘Çevre Sosyolojisi..,  s. 277
27. Rosa, a.g.m.,  s.40-2; Konak, a.g.m.,  s.279-82.
28. Rosa, a.g.m., s.41-2.
29. Sosyolojik bağlamda tüketimin nedenleri üzerine okumak için bkz. Karen Ehrhardt-Martinez et. all. ‘Consumption and Climate Change’, (der.) Dunlap ve Brulle, Climate Change and Society..., s.93-126.
30. Bunun üzerine bir okuma için bkz. Charles Perrow ve Simone Pulver, ‘Organisations and Markets’, (der.) Dunlap ve Brulle, Climate Change and Society..., s. 61-92.
31. Hannigan, Environmental Sociolgy,  s.22.
32. Aristotel siyaseti değil insanı zoon politikon olarak tanımlamıştır. Bu yüzden farklılık not edilmesi gerekir. Diğer taraftan Aristotel için siyasal-sosyal ayrımı yoktu. Sartorinin değimiyle ‘insan polisde ve polis de onda yaşamaktadır’. Giovanni Sartori, What is Politics?’, Political Theory, Vol 1, No 1, 1973, s.7.
33. Colin Hay, Why We Hate Politics, Wiley, 2007.
34. Giovanni Sartori, What is Politics?’, Political Theory, Vol 1, No 1, 1973, 5-26.
35. Colin Hay, Why We Hate Politics, s.17-8; Reason detat üzerine okuma için bkz. Mustafa Erdoğan, ‘Hikmet-i hükümet’ http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/alintilar/831.pdf
36. Giovanni Sartori, What is Politics?’, s.20
37. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study, Polity Press, 2004, s.135-47.
38. Adam Swift, ‘Political Philosophy and Politics’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study, Polity Press, 2004, s.135-47.
39. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, s. 2; Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
40. Sartori, ‘What is Politics?’, s. 21.
41. Colin Hay, Political Analysis A Critical Introduction, Palgrave, 2002, s.72-75.
42. Adrian Leftwich bu geniş kullanımında ‘güç, kontrol, karar-alımı ve dağıtımını’ gibi faktörlerin bir şeyin politik olarak tanımlanabilmesi için içermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
43. Adrian Leftwich, ‘Introduction’, s. 16; Adrian Leftwitch, ‘The Political Approach to Human Behaviour: People, Resources and Power’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study
44. Joel Wainwright  Geoff Mann, Climate Leviathan: A Political Theory of Our Planetary Future, Verso, London, 2018.
45. Neil Carter, ‘Politics as If Nature Mattered’, (der.) Adrian Leftwich, What is Politics: The Activity and Its Study… s. 182-96.
46. Ibid, s.189.
47. Ibid, s.190.