'Relentless. That’s what I would choose if I had to describe living with kidney failure and on dialysis in one word.'
Lisans okurken küçük bir ameliyat geçiren hocamın, akademisyen olmak isteyenlerin sırt, bel ve kas ağrılarına alışması gerektiğini söylediği anları ara sıra hatırlarım. Gerçekten de 2020 yılı sonuna doğru, yoğun geçen altı ayın ardından, kas ağrıları ve kalp çarpıntılarıyla dolu bir dönemde bu ağrılardan yakınırken hocanın sözlerini yine hatırlamıştım. Aslında bunlar, neredeyse hiç önemli olmayan, kolay süreçlerdi. Benim için en moral bozucu şey ise genellikle yılda bir-iki defa gelen grip ve baş ağrılarıydı. Bilgisayara ve kitaplara bakamaz, iki-üç gün boş boş geçirir ve kaybettiğim zamana üzülüp dururdum.
Açıkçası, birçok hocanın pek çok soruna ve hastalığa rağmen derin bir tutku ve gayretle, sonsuz bir okuma ve yazma sürecine olan bağlılığını görmek sıra dışı bir durum değil. Hatta bu, tüm zorluklara rağmen onların normal rutini bile denilebilir. Ancak bazı akademisyenlerin, üretkenlikleriyle son derece çelişen ağrı ve sızı dolu hastalıklarla bir arada yaşadıklarını okumak gerçekten hayret vericidir.
Emma Hutchison da böbrek
yetmezliği nedeniyle on yılı diyalize bağlı olarak geçen 25 yılı aşkın bir sürede,
her şeye rağmen entelektüel tatmin için hayatını sürdüren ve maalesef üç ay
önce aramızdan ayrılan önemli teorisyenlerden biriydi. Kendisi gibi yine
akademisyen olan eşi Roland Bleiker’in vefatı sonrası yakın zamanda
yazdıklarını okuyunca, ne kadar sancılı bir on yıl geçirdiğini görmek az da olsa mümkün. Bu
blog yazısını çektiği acıları başkalarının da görmesini istemesine rağmen yine
de normal hayat yaşamak adına bunu çevresine ve öğrencilerine çok az yansıtan (dün
onun Twitter
profilinin tamamanı baştan sona incelediğimde ben de farkına vardım. Hastalığı
adına neredeyse hiç paylaşım yok) Emma Hutchison anısına
yazmanın onun hatırlamanın ve hatırlatmanın en iyi yolu olacağına düşündüğüm
için yazıyorum.
Hutchison küresel
politikada duyguların önemi üzerine yazan en önemli yazarlardan birisidir ve bunu
Google Scholar'daki katkılarından ve atıflardan görmek mümkündür. Uİ
disiplininde geleneksel kuramlarda duygular genellikle kaygı-korku ya da
dostluk-güven olarak ve verili ele alınmış, politikada karar alıcıların
rasyonel davranışlarına engel teşkil eden bir olgu olarak politikanın açıklanmasında alakasız görülmüştür.
Hutchison buna karşın duyguları hem normal hayatın hem de politikanın işleyişine ait olan içsel bir şey olarak ele almaktadır. Dünya siyasetinde duyguların çalışılması
ona göre, siyasi
aktörlerin algı, motivasyon ve niyetlerinin açıklanmasında temel teşkil
etmektedir. Amacım burada uzun-uzun Hutchison’un katkılarını anlatmak değil. E-IR’da
yazıdığı (Why Study Emotions in International Relations? ve Affective
Communities and World Politics) iki yazıda bu tartışmaları kısa bir şekilde
detaylandırmaktadır. İsteyen onlara bakabilir. Burada kendisinin 2015 yılında
hastalığı ile ilgili yazmaya başladığı ve birkaç yazıdan oluşan blogundan kısaca
paylaşmak istiyorum.
Emma’ya 18 yaşında böbrek
yetmezliği (IgA nephropathy) teşhisi kondu ve 44 yaşında vefat edene kadar 25
yılı diyaliz-nakil-diyaliz döngüsü
ile
geçti. Bu sürede doktora sonrası araştırma hariç, yaşadığı şehirden hiç ayrılamadı
ve 10 yıl kadar da haftanın dört-beş günü, neredeyse
en az beş saatini alan tedavisi için, tüm zamanını eşi ile hastanede geçirdi. İlk
böbrek nakli 13 yıl boyunca işlevini sürdürürken, ikincisi ancak bir-iki yıl
dayanabildi. Son beş yıldır ise üçüncü kez diyalize bağlı olarak, haftada
sadece iki gün hastaneden uzak kalarak evinde veya okulda kendisine zaman
ayırabiliyordu.
‘Ağrı toleransım mükemmel’
dese de kolundaki sinir hasarına bağlı ağrının ‘dayanılmaz’ olduğunu söylüyordu.
Bunun dışında, sürekli devam eden baş ağrıları, gece kusmaları ve tüm vücudunu
yavaş yavaş tüketen böbrek yetmezliği, onun için sadece olağan bir durumdu. ‘Sürekli
mide bulantısı ve kusma, anemi ve aşırı halsizlik’ tüm gününü etkilemekteydi.
Günde sadece 500 ml sıvı
tüketmesine izin veriliyordu. Buna su-kahve-yoğurt-dondurma-yemek gibi sıvı
içeren her şey dahildi. Taze meyve ve sebzeler yasaktı.
Böbrek yetmezliği ile yaşamak asla bitmez. Sahip olmanız gereken sürekli bakım ve kısıtlamalar çok yorucudur. Hastanede geçirdiğiniz zaman her şeyi tüketir. Gününüzün hiçbir anı bu durumun getirdiği kısıtlamalardan azade değildir. Ancak paradoksal olarak sizi hayatta ve mümkün olduğunca iyi tutan şey bu kısıtlamalar - ve diyaliz günlerinizdir. (3 Aralık 2015)
Tüm zamanınızı hastanede geçirdiğinizde hiçbir şeye
zamanınız kalmıyordur. Normalde sabah 6’da
kalkıp güne başlayan Emma, hastanedeki bu durumundan yakınıyor. Eşi Bleiker’in söylediği
üzere ‘Tüm kişisel ve
profesyonel hayatını acı ve ıstırap içinde sürdürmek zorunda kaldığı için
hiçbir zaman kaygısız bir yaşam sürme şansına sahip olmadı.’
Haftada
dört gün hastanede olunca, hiçbir şeye yeterince zaman kalmıyor. Bilgisayarım,
yarım kalmış makalelerle dolu. Hibe başvuruları henüz tamamlanmadan bekliyor.
Çalışma odamda, konu ve öncelik sırasına göre dizilmiş, yarısı
okunmuş makaleler yığını duruyor. En eski ve en yakın arkadaşlarımdan
bazılarını en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. (3 Aralık 2015)
Diyalize
geri döndükten iki yıl sonra, böbrek yetmezliğinin ve makineye bağlı yaşamın ne
kadar zor olduğunu ancak bunu yaşamak zorunda kaldığınızda anlayabiliyorsunuz.
Günlük zorluklar - sıvı yönetimi, sürekli yorgunluk ve sersemliğe rağmen
çalışmaya ve odaklanmaya çalışırken, bugün sabah kahvesinin mi yoksa gece
yorgunluğunun mu sizi kusturacağını merak etmek gibi. Bir ya da iki gün önceden
nasıl hissedeceğinizi bilemediğiniz için iş haftanızı ve özellikle
toplantılarınızı planlamak konusunda endişelenmek gibi. Günlük planlama gerektiren
tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi, bu küçük şeylerin hepsi birikir. (11 Mayıs 2016)
Emma, tüm bunlara rağmen hastalığının kendi hayat
mücadelesinde kendisine bir anlam kazandırdığını, ailesiyle daha yakın bağlar
kurmasına vesile olduğunu, hastalığının yarattığı kırılganlığın onun kimliğinin
bir parçası olduğunu ve dünyaya bakışını değiştirdiğini bize söylüyor.
Sağlığım
beni ben yapan şeylerin büyük ve ayrılmaz bir parçası. Çoğu gencin tek
düşünebildiği şeyin özgürleşmek olduğu bir zamanda savunmasız ve muhtaç olmak
zordu. Ancak sonraki yıllarda, kendimi bulduğumda ve hayatımın nasıl olacağıyla
hesaplaşmaya başladığımda, hastalığın dünyayı yeniden görmemi sağladığını fark
ettim.
Evet,
kırılganlık insanı alçakgönüllü kılar. Yumuşatır. Hatta bazen paramparça
edebilir. Ama savunmasızlık aynı zamanda bir güçtür. Motive edebilir, gerçekten
önemli olana odaklanmanı sağlar. Çevrendeki gürültüyü susturmana yardımcı
olabilir. (13
Ağustos 2016)
2017 yılında Emma'ya ikinci böbrek nakli yapılıyor. Mutluluğunu
hissetmemek mümkün değil.
Naklin
üzerinden tam bir ay geçti. Ve diyalize en son girmemin üzerinden de bir ay.
Tam
bir ay.
Bu,
on sekiz diyaliz seansına denk geliyor. Diyaliz makinesine bağlı geçirilen 80
saatten fazla zamana..Hatta evden ya da işten hastaneye haftada dört kez gidip
gelmeyi de hesaba katarsak, en az 120 saate…
Diyalizsiz
tam bir ay..
Gerçek
bir mucize gibi (..) (23 Ağustos 2017)
![]() |
Her gün beş saat, haftada 5 gün, 10 yıl diyalize bağlı bir hayat ve 25 yıl süren bir hastalık |
In Honour of Emma Hutchison |
Emma ve eşi Roland Bleiker |
Yes is a World A Tribute to Emma Hutchison - Roland Bleiker
DialysisDay – Emma Hutchison
Vale Associate Professor Emma Hutchison
Emma Hutchison (2018) Why
Study Emotions in International Relations?, E-IR
Emma Hutchison (2018) Affective
Communities and World Politics, E-IR