4 Mart 2025 Salı

Peter J. Katzenstein – 80 Yaşında (1945-)

Bu blog yazısının amacı, daha önce başka bir yazıda ele aldığım bir konuya katkı sunmaktır. 2020’ler, Uluslararası İlişkiler disiplininin kurucu babalarının (Kenneth Waltz, Stanley Hoffmann, Robert Cox, Susan Strange, Ernst Haas vb.) kabaca yüzüncü yıl dönümlerine denk gelmektedir. Bu isimlerin entelektüel hikâyesini öğrenmek, hem öğrencilerin merak duygusunu tetiklemek hem de disiplinin yörüngesine dair bir fikir sunmaya yardımcı olacaktır. Daha önce birkaç blog yazısı paylaşmış olsam da, iki hafta önce 80. doğum yılını kutlayan Peter Katzenstein, bu yazı dizisinin ilk ismi oldu.

Katzenstein, Uluslararası İlişkiler disiplininde köprü kurucu (bridge-builder) isimlerin başında gelmektedir. 1970’lerin ortasından itibaren en üretken akademisyenlerden biri olmuş ve entelektüel yörüngesi, karşılaştırmalı siyasetten uluslararası ilişkilere, politik ekonomiden inşacılığa kadar farklı çalışma alanlarının bütüncül bir şekilde anlaşılmasına öncülük etmiştir. Benjamin Cohen, onu Uluslararası Politik Ekonomi alanındaki en etkili yedi isimden biri olarak tanımlamıştır. 2008 yılında 2700 akademisyen arasında yapılan TRIP anketinde katılımcıların %40’ı, rasyonalizm-inşacılık ayrımı yerine bir senteze ulaşılması gerektiğini ifade etmiş ve son yılların en etkili 20 ismi arasında Katzenstein, 9. sıradan listeye girmiştir.

50 yılı aşkın akademik yaşamında 48 kitabın yazarlığını ve editörlüğünü yapmış, ayrıca sayısız makale yayımlamıştır. 1982-2022 yılları arasında Cornell Üniversitesi’nin Politik Ekonomi dizisinin editörlüğünü üstlenerek 5,7 milyon doları bulan ve 373 binden fazla satış yapan 148 kitabın yayımlanmasını sağlamıştır. Aralarında Joseph Grieco ve David Lake’in de bulunduğu 65’ten fazla öğrenciye tez danışmanlığı yapmış ve bir o kadar öğrencinin de tez komitesinde yer almıştır. Ayrıca 2020 yılında Johan Skytte Ödülü’nü kazanmıştır.

Almanya’da doğan Katzenstein, 1967 yılında Swarthmore College’dan siyaset bilimi, ekonomi ve edebiyat dallarında üç ana dal derecesiyle mezun olmuştur. Burada Kenneth Waltz’a asistanlık yapmış ve Man, the State, and War adlı kitabının analitik açıklayıcılığından etkilenmiştir. Yüksek lisansını LSE’de, doktorasını ise Harvard’da tamamlamıştır. Harvard’a, milliyetçilik ve bölgesel entegrasyon çalışmalarında öncü isimlerden olan Karl Deutsch ile çalışmak için gelmiştir. Lisans yıllarında Robert Keohane ile karşılaşmamış olsa da, doktora sürecinde ve sonrasında birlikte çalışmış ve “3K” (Keohane-Krasner-Katzenstein) olarak anılan ekip, International Organization dergisinin editörlüğünü yapmıştır.

Öğrencilerini korkutacak kadar talepkâr olduğu söylenen Katzenstein hakkında, Benjamin Cohen, onun kendisinin de en iyi versiyonu olmaya çalıştığını ve bulunduğu herhangi bir odada, farklı çalışma alanlarından gelen insanlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştığını belirtmektedir. Eğer odada bir botanikçi varsa, mutlaka yeni şeyler öğrenmek için fırsat kolladığını ifade etmektedir. Mümkün olduğunca farklı birimlerde derslere katılmaya ve entelektüel gelişimini olabildiğince renkli hâle getirmeye özen göstermiştir.

Almanya doğumlu olması, lisans eğitiminde ABD’de yabancı öğrenci olarak karşılaştığı deneyimler, karşılaştırmalı siyaset alanından gelmesi ve LSE’de okurken Deutsch’un çalışmalarından etkilenmesi, onun ABD’de ana akım içinde sınırlı bir alanda kalmak yerine daha bütüncül çalışmalar üretmesine neden olmuştur.

Uluslararası İlişkilerde (Uİ) en önemli tartışmalar analiz düzeyleri çerçevesinde ayrışmışken, Peter Gourevitch vd. (2008) de belirttiği üzere “hiç kimsenin Katzenstein'dan daha iyi yapamadığı şey, farklı analiz düzeylerini aynı kitapta bütünleştirmek” olmuştur. İç politikanın etkisi ihmal edildiği için Uİ’de genellikle artık bir kategori (residual category) olarak yer almıştır. Ancak Katzenstein’a göre, politika davranışını gerçekten anlamak istiyorsak, her bir vakada devlet ve toplumu birbirine bağlayan politika ağlarının yapısal özelliklerine bakmamız gerekmektedir. Onun ifadesiyle, “İç yapılar, her bir ... politika ağına özgü mantığı ifade eden dış ekonomik politikaları üretir” (Cohen, 2007: 126).

TRIP Anketleri - 2009
Uluslararası Politik Ekonomi (UPE) ve Uluslararası Güvenlik alanlarında yaptığı katkılarla bilinen Katzenstein, entelektüel geçmişi nedeniyle, disiplin içinde olgun şartlar oluşur oluşmaz devletin kara kutusunu açmak için tüm alternatif disiplinlere yönelmiştir. Almanya’da doğup Amerika’da üniversite okuyan biri için dilin bireyin oluşumundaki önemi ve iki farklı kültürde yarattığı farklılık, onun inşacılığa kolaylıkla yönelmesine zemin hazırlamıştır. Bu nedenle, bilişsel ve sosyolojik tartışmalar disiplinde belirginleşmeye başladığında, Waltz’tan farklı olarak devletlerin işlevsel olarak neden aynı olmadığını ve benzer olaylara farklı devletlerin neden farklı tepkiler verdiğini anlamaya çalışmıştır.

Disiplinde ulusal güvenlik, genellikle verili olarak ele alınmış ve analize dışsal bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Alexander Wendt ve Martha Finnemore, akademideki muhafazakâr tutuma dikkat çekerken, Katzenstein yeni jenerasyonun fikirlerini ciddiye alan ve Soğuk Savaş sonrası dönemdeki değişime öncülük eden akademisyenlerden biri olduğunu söylemekteler. Ulusal Güvenlik Kültürü (The Culture of National Security) isimli kitabın editörlüğünü yaparak bu tartışmalara önemli bir katkı sunmuştur. Karl Deutsch ile birlikte çalışmış olması önemli olsa da, bu kitabı öğrencilerine ithaf ederek her şeyi onlardan öğrendiğini vurgulamıştır. Finnemore ve Wendt de, Katzenstein’ın ana akım içinden gelip bunu açıkça ifade eden ilk akademisyen olduğunu belirtmektedir.

Peter Gourevitch ve diğerleri, Katzenstein’ın çalışmalarının birkaç temel tartışmayı içerdiğini belirtmektedir. Buna göre, ilk olarak devletin kara kutusu açılırken, ulusal toplumların her zaman tarihsel olarak şekillenmiş iç yapıları ve kendilerine özgü kültürleriyle ayırt edici özellikleri olduğu vurgulanmıştır. İkincisi, yapısal ve kültürel analiz arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır. Akademik yaşamının ilk on beş yılı yapısalcı bir perspektife sahipken, bunun yeterli bir açıklama olmadığını ve insanların düşüncelerine ve kimliklerine de önem verilmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Örneğin, Almanya ve Japonya aynı yapısal konumda olmalarına rağmen, terörle mücadelede farklı süreçler izlemişlerdir. Yapısal analizi reddetmese de, iç siyasi yapıların nasıl kültürel pratiklerde temellendiğini açıklamaya çalışmıştır.

Bir diğer önemli görüşü ise, hakikatin istatistik verilerle soyutlanmadan veya stratejik etkileşimlerden anlaşılamayacağıdır. Uluslararası sistemin ve iç siyasetin karmaşıklığı, indirgemeci bir şekilde açıklanamaz. Karşılıklı bağımlılık açıklanırken, diğer taraftan farklılıklar nedeniyle bir yakınsamanın olamayacağı ifade edilmiştir.

Kısacası, toplumlar içinde bulundukları bölgesel ve küresel bağlam olmaksızın anlaşılamaz; bölgesel ve küresel siyaset de bu yapıları oluşturan birimlerin kendine özgü nitelikleri olmadan anlaşılamaz. Burada amacım, uzun uzun çalışmalarını özetlemek değildir. Dahası, bu en iyi şekilde onun arkadaşları tarafından The Political Science of Peter J. Katzenstein isimli makalede veya Benjamin Cohen’in kitabında yapılmıştır. İlgili arkadaşlar UPE’den Uluslararası Güvenlik’e, küçük devlet çalışmalarından bölgesel ve küresel çalışmalara kadar tüm temel katkılarını bu makalede ayrıntılı bir şekilde okuyabilir.

Yakın tarihli çalışmalarında Katzenstein, disiplinin çok fazla meşgul olduğu metateorik tartışmalara alternatif olarak analitik-eklektizmi önermektedir. Buna göre, daha pragmatist bir bakış açısı lehine bu metateorik tartışmaları bir kenara bırakmak gerekmektedir. Eğer bizi bekleyen sorunlara bir çözüm önerisi getirmek istiyorsak, o zaman daha paradigmatik tartışmaları bir kenara bırakarak pragmatik bir alternatif üretmemiz gerekmektedir. Bu çerçevede üç temel ontolojik varsayım bir araya getirilebilir: realizmin maddi güce, liberalizmin işbirliğine, inşacılığın ise norm ve kimliklere olan vurgusu bir arada ele alınabilir. Ona göre, inşacılık-liberalizm ve inşacılık-realizm birlikte alındığında güçlü bir kombinasyon üretmektedir. Analitik-eklektizmin iki önemli nedeni vardır: Birincisi, küresel sorunlara acil politika önerileri gerekmektedir. İkincisi ise, metateorik tartışmaların uzlaşılamaz olmasıdır.

Son çalışmalarında ise Katzenstein, dünya siyasetinde belirsizliklerle ilgilenmektedir. Bunun felsefi temeli ise, dünyayı mekanik bir şekilde inceleyen Newtoncu düşünceden farklı olarak, dünyanın gerçek işleyişini yansıtan belirsizliği ve ilişkiselliği niteleyen kuantum çalışmalarına dayanmaktadır. Bu konuda düşünceleri, detaylı bir şekilde Worldviews in World Politics isimli kitap bölümünde bulunabilir.

Tek bir alana sıkışıp kalmamak önemlidir; bazı akademisyenler bunun için çok farklı alanlara yönelmekte ve mümkün olduğunca güncel tartışmaları anlamaya çalışmaktadır. Peter Katzenstein, bunu mümkün olduğunca yapmaya çalışmıştır. Bu konuda kendisine kulak verelim. 

"Ben, iç siyaset ile uluslararası ilişkiler arasında keskin bir ayrım olmadığını savunan bir entelektüel gelenekten geliyorum. Bu nedenle, Amerikan siyaseti, uluslararası ilişkiler ve karşılaştırmalı siyaset arasındaki ayrım benim için hiçbir zaman anlamlı olmadı. Lisans düzeyindeki derslerim genellikle üç alt alanda sınıflandırılır. Bu yüzden ilk adım benim için kolaydı: Siyaset bilimi alanında yeni mezun olan benim kuşağım tarafından o dönemde politik ekonomiye yeniden ilgi duymaya başlamıştı.

İkinci olarak, ben genellikle monotonluktan sıkılan biriyim. 1980’lerin sonlarına gelindiğinde, Soğuk Savaş sona ermişti ve ben yeni bir alana yönelmeye hazırdım. Güvenlik çalışmalarını incelemek için uygun bir zaman olduğunu düşündüm. Ancak geleneksel yaklaşımlardan farklı bir perspektif benimsedim: kültürel sosyoloji. Bu yaklaşım o dönemde birçok kişi tarafından sıra dışı, hatta mantıksız bulundu. Hakkımda ‘Katzenstein postmodernizme mi yöneldi? Ona ne oldu?’ gibi yorumlar yapılıyordu. Bu, inşacılığın henüz yeni gelişmekte olduğu bir dönemdi. Yaklaşık on yıl sonra, bu alan benim için cazibesini kaybetti ve tekrar belirsizlik ve risk sorularına yöneldim. Sonunda, iki yıl boyunca fizik okumaya başladım."

 Daha fazla okumak için bkz.

1.    Peter A. Gourevitch vd.  (2008), The Political Science of Peter J. Katzenstein PS: Political Science and Politics, Vol. 41, No. 4 pp. 893-899.

2.    Benjamin J. Cohen (2007) International Political Economy: An Intellectual History, Princeton University Press

 3.    P, Schouten, (2008) ‘Theory Talk #15: Peter Katzenstein on anti-Americanism, Analytical Eclecticism and Regional Powers’, Theory Talks,

 4.    Swarthmore Meets Skytte: A Conversation

 5.    Peter J. Katzenstein (1996/2015) ‘Giriş Milli Güvenlik Üzerine Alternatif Perspektifler’, Peter J. Katzenstein der., Milli Güvenlik Kültürü, Sakarya Üniversitesi Yayınları

 6.    Rudra Sil, Peter J. Katzenstein (2010) Analytic Eclecticism in the Study of World Politics: Reconfiguring Problems and Mechanisms across Research Traditions, Perspectives on Politics , Volume 8 , Issue 2; Rudra Sil, Peter J. Katzenstein (2010) Beyond Paradigms Analytic Eclecticism in the Study of World Politics, Bloomsbury Publishing

 7.    Peter J. Katzenstein (2022) ‘Worldviews in World Politics’  Peter J. Katzenstein der. Uncertainty and Its Discontents Worldviews in World Politics, Cambridge University Press

 8.    https://pkatzenstein.org/

13 Şubat 2025 Perşembe

Emma Hutchison Anısına

                                                             'Relentless. That’s what I would choose if I had to describe living with kidney failure and on dialysis in one word.' 

Lisans okurken küçük bir ameliyat geçiren hocamın, akademisyen olmak isteyenlerin sırt, bel ve kas ağrılarına alışması gerektiğini söylediği anları ara sıra hatırlarım. Gerçekten de 2020 yılı sonuna doğru, yoğun geçen altı ayın ardından, kas ağrıları ve kalp çarpıntılarıyla dolu bir dönemde bu ağrılardan yakınırken hocanın sözlerini yine hatırlamıştım. Aslında bunlar, neredeyse hiç önemli olmayan, kolay süreçlerdi. Benim için en moral bozucu şey ise genellikle yılda bir-iki defa gelen grip ve baş ağrılarıydı. Bilgisayara ve kitaplara bakamaz, iki-üç gün boş boş geçirir ve kaybettiğim zamana üzülüp dururdum.

Açıkçası, birçok hocanın pek çok soruna ve hastalığa rağmen  derin bir tutku ve gayretle, sonsuz bir okuma ve yazma sürecine olan bağlılığını görmek sıra dışı bir durum değil. Hatta bu, tüm zorluklara rağmen onların normal rutini bile denilebilir. Ancak bazı akademisyenlerin, üretkenlikleriyle son derece çelişen ağrı ve sızı dolu hastalıklarla bir arada yaşadıklarını okumak gerçekten hayret vericidir.

Emma Hutchison da böbrek yetmezliği nedeniyle on yılı diyalize bağlı olarak geçen 25 yılı aşkın bir sürede, her şeye rağmen entelektüel tatmin için hayatını sürdüren ve maalesef üç ay önce aramızdan ayrılan önemli teorisyenlerden biriydi. Kendisi gibi yine akademisyen olan eşi Roland Bleiker’in vefatı sonrası yakın zamanda yazdıklarını okuyunca, ne kadar sancılı bir on yıl geçirdiğini görmek az da olsa mümkün. Bu blog yazısını çektiği acıları başkalarının da görmesini istemesine rağmen yine de normal hayat yaşamak adına bunu çevresine ve öğrencilerine çok az yansıtan (dün onun Twitter profilinin tamamanı baştan sona incelediğimde ben de farkına vardım. Hastalığı adına neredeyse hiç paylaşım yok) Emma Hutchison anısına yazmanın onun hatırlamanın ve hatırlatmanın en iyi yolu olacağına düşündüğüm için yazıyorum.

Hutchison küresel politikada duyguların önemi üzerine yazan en önemli yazarlardan birisidir ve bunu Google Scholar'daki katkılarından ve atıflardan görmek mümkündür. Uİ disiplininde geleneksel kuramlarda duygular genellikle kaygı-korku ya da dostluk-güven olarak ve verili ele alınmış, politikada karar alıcıların rasyonel davranışlarına engel teşkil eden bir olgu olarak politikanın açıklanmasında alakasız görülmüştür. Hutchison buna karşın duyguları hem normal hayatın hem de politikanın işleyişine ait olan içsel bir şey olarak ele almaktadır. Dünya siyasetinde duyguların çalışılması ona göre, siyasi aktörlerin algı, motivasyon ve niyetlerinin açıklanmasında temel teşkil etmektedir. Amacım burada uzun-uzun Hutchison’un katkılarını anlatmak değil. E-IR’da yazıdığı (Why Study Emotions in International Relations? ve Affective Communities and World Politics) iki yazıda bu tartışmaları kısa bir şekilde detaylandırmaktadır. İsteyen onlara bakabilir. Burada kendisinin 2015 yılında hastalığı ile ilgili yazmaya başladığı ve birkaç yazıdan oluşan blogundan kısaca paylaşmak istiyorum.

Emma’ya 18 yaşında böbrek yetmezliği (IgA nephropathy) teşhisi kondu ve 44 yaşında vefat edene kadar 25 yılı diyaliz-nakil-diyaliz döngüsü ile geçti. Bu sürede doktora sonrası araştırma hariç, yaşadığı şehirden hiç ayrılamadı ve 10 yıl kadar da haftanın dört-beş günü, neredeyse en az beş saatini alan tedavisi için, tüm zamanını eşi ile hastanede geçirdi. İlk böbrek nakli 13 yıl boyunca işlevini sürdürürken, ikincisi ancak bir-iki yıl dayanabildi. Son beş yıldır ise üçüncü kez diyalize bağlı olarak, haftada sadece iki gün hastaneden uzak kalarak evinde veya okulda kendisine zaman ayırabiliyordu.

‘Ağrı toleransım mükemmel’ dese de kolundaki sinir hasarına bağlı ağrının ‘dayanılmaz’ olduğunu söylüyordu. Bunun dışında, sürekli devam eden baş ağrıları, gece kusmaları ve tüm vücudunu yavaş yavaş tüketen böbrek yetmezliği, onun için sadece olağan bir durumdu. ‘Sürekli mide bulantısı ve kusma, anemi ve aşırı halsizlik’ tüm gününü etkilemekteydi.  Günde sadece 500 ml sıvı tüketmesine izin veriliyordu. Buna su-kahve-yoğurt-dondurma-yemek gibi sıvı içeren her şey dahildi. Taze meyve ve sebzeler yasaktı.

Böbrek yetmezliği ile yaşamak asla bitmez. Sahip olmanız gereken sürekli bakım ve kısıtlamalar çok yorucudur. Hastanede geçirdiğiniz zaman her şeyi tüketir. Gününüzün hiçbir anı bu durumun getirdiği kısıtlamalardan azade değildir. Ancak paradoksal olarak sizi hayatta ve mümkün olduğunca iyi tutan şey bu kısıtlamalar - ve diyaliz günlerinizdir. (3 Aralık 2015)

Tüm zamanınızı hastanede geçirdiğinizde hiçbir şeye zamanınız kalmıyordur. Normalde sabah 6da kalkıp güne başlayan Emma, hastanedeki bu durumundan yakınıyor. Eşi Bleiker’in söylediği üzere ‘Tüm kişisel ve profesyonel hayatını acı ve ıstırap içinde sürdürmek zorunda kaldığı için hiçbir zaman kaygısız bir yaşam sürme şansına sahip olmadı.’

Haftada dört gün hastanede olunca, hiçbir şeye yeterince zaman kalmıyor. Bilgisayarım, yarım kalmış makalelerle dolu. Hibe başvuruları henüz tamamlanmadan bekliyor. Çalışma odamda, konu ve öncelik sırasına göre dizilmiş, yarısı okunmuş makaleler yığını duruyor. En eski ve en yakın arkadaşlarımdan bazılarını en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. (3 Aralık 2015)

Diyalize geri döndükten iki yıl sonra, böbrek yetmezliğinin ve makineye bağlı yaşamın ne kadar zor olduğunu ancak bunu yaşamak zorunda kaldığınızda anlayabiliyorsunuz. Günlük zorluklar - sıvı yönetimi, sürekli yorgunluk ve sersemliğe rağmen çalışmaya ve odaklanmaya çalışırken, bugün sabah kahvesinin mi yoksa gece yorgunluğunun mu sizi kusturacağını merak etmek gibi. Bir ya da iki gün önceden nasıl hissedeceğinizi bilemediğiniz için iş haftanızı ve özellikle toplantılarınızı planlamak konusunda endişelenmek gibi. Günlük planlama gerektiren tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi, bu küçük şeylerin hepsi birikir. (11 Mayıs 2016)

Emma, tüm bunlara rağmen hastalığının kendi hayat mücadelesinde kendisine bir anlam kazandırdığını, ailesiyle daha yakın bağlar kurmasına vesile olduğunu, hastalığının yarattığı kırılganlığın onun kimliğinin bir parçası olduğunu ve dünyaya bakışını değiştirdiğini bize söylüyor.

Sağlığım beni ben yapan şeylerin büyük ve ayrılmaz bir parçası. Çoğu gencin tek düşünebildiği şeyin özgürleşmek olduğu bir zamanda savunmasız ve muhtaç olmak zordu. Ancak sonraki yıllarda, kendimi bulduğumda ve hayatımın nasıl olacağıyla hesaplaşmaya başladığımda, hastalığın dünyayı yeniden görmemi sağladığını fark ettim.

Evet, kırılganlık insanı alçakgönüllü kılar. Yumuşatır. Hatta bazen paramparça edebilir. Ama savunmasızlık aynı zamanda bir güçtür. Motive edebilir, gerçekten önemli olana odaklanmanı sağlar. Çevrendeki gürültüyü susturmana yardımcı olabilir. (13 Ağustos 2016)

2017 yılında Emma'ya ikinci böbrek nakli yapılıyor. Mutluluğunu hissetmemek mümkün değil.

Naklin üzerinden tam bir ay geçti. Ve diyalize en son girmemin üzerinden de bir ay.

Tam bir ay.

Bu, on sekiz diyaliz seansına denk geliyor. Diyaliz makinesine bağlı geçirilen 80 saatten fazla zamana..Hatta evden ya da işten hastaneye haftada dört kez gidip gelmeyi de hesaba katarsak, en az 120 saate…

Diyalizsiz tam bir ay..

Gerçek bir mucize gibi (..) (23 Ağustos 2017)


2020 yılı Haziran ayında böbrekleri tekrar iflas etmeye başlar. Üç yılın ardından tekrar bitmek bilmeyen prosedürlerin ve ameliyatların devam ettiği haftada yine 5 gün dialize bağlı olarak geçireceği günler gözükür. Emma sonrasında yine çalışmaya devam eder. Google Scholar profiline baktığınızda son beş yılda sayısız çalışma ürettiğini görmek mümkün. 

Bu sırada çektiği acıları paylaştığı bir günlük yazmaya devam etse de, bunu ancak öldükten sonra paylaşılmasını istediği için sonrasında neler yaşadığını şuan bilmiyoruz. Ancak tüm bu acılarına rağmen dünyayı anlamak için gösterdiği çaba, eşinin söylediği gibi onu şuana kadar yaşamış 'en olağanüstü' insanlardan biri yaptığını artık biliyoruz.

Her gün beş saat, haftada 5 gün, 10 yıl diyalize bağlı bir hayat 25 yıl süren bir hastalık
Her gün beş saat, haftada 5 gün, 10 yıl diyalize bağlı bir hayat ve 25 yıl süren bir hastalık


In Honour of Emma Hutchison


Emma ve eşi Roland Bleiker

Yes is a World A Tribute to Emma Hutchison - Roland Bleiker

DialysisDay – Emma Hutchison

Vale Associate Professor Emma Hutchison

In Honour of Emma Hutchison

Emma Hutchison (2018) Why Study Emotions in International Relations?, E-IR

Emma Hutchison (2018) Affective Communities and World Politics, E-IR

11 Ocak 2025 Cumartesi

Çevre Çalışmaları Üzerine Birleşmiş Milletler Çevrimiçi Eğitim Listesi

Birleşmiş Milletler (BM), çevre bilincinin geliştirilmesi için çeşitli platformlarda ücretsiz eğitimler sunmaktadır. İklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınma, uluslararası çevre hukuku vs. alanlarda bilgilerini derinleştirmek ve aynı zamanda ücretsiz sertifika almak isteyenler bu eğitimlerden yararlanabilirler.

Not: Bu liste daha önce Çevre Çalışmaları Akademisi sitesinde paylaşılmıştır. Burada tekrar paylaşıyorum.

I.                Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından sunulan eğitimler
Birleşmiş Milletler Çok Taraflı Çevre Anlaşmaları (MEAs) Bilgi Portalı çevre alanında kabul edilmiş sözleşmelerle ilgili bir platformdur. İlgili metinlere ulaşabilir veya bu metinleri ücretsiz sertifika alarak, çevrimiçi öğrenebilirsiniz. Her eğitim için ayrı bir sertifika verilmektedir. Ancak, diploma almak isteyenler ise belli başlıklar altında ilgili eğitimleri tamamlamış olmaları gerekmektedir.
 
1. InforMEA Diploma on International Environmental Law and Governance
 Introduction to Environmental Governance
Introduction to Human Rights and the Environment
Introductory course to International Environmental Law
Introductory Course to International Legal Framework on Environmental Impact Assessment
Effectiveness and Compliance of Multilateral Environmental Agreements
Mini course on Environmental Defenders
Mini Course on Regional Economic Integration Organizations
 
 2. InforMEA Diploma on the International Legal Framework on the Protection of the Atmosphere
 Introduction to Environmental Governance
Introductory course to International Environmental Law
Introductory course on the International Legal Framework on Transboundary Air Pollution
Introductory course to the International Legal Framework on Ozone Depletion
Global framework for a pollution-free planet
Climate Change International Legal Regime
 
3. InforMEA Diploma on the International Legal Framework on Pollution
 Introduction to Environmental Governance
Introductory course to International Environmental Law
Introductory Course to the Basel Convention on the Control of Transboundary Movements of Hazardous Wastes and their Disposal and Regional Instruments on Hazardous Wastes
Introductory Course to the Minamata Convention on Mercury
Introductory Course to the Rotterdam Convention on the Prior Informed Consent Procedure for Certain Hazardous Chemicals and Pesticides in International Trade
Introductory Course to the Stockholm Convention on Persistent Organic Pollutants
Introductory Course on the International Legal Framework on Transboundary Air Pollution
Introductory Course to the International Legal Framework on Ozone Depletion
Global framework for a pollution-free planet
Introductory Course to the International Legal Framework on Marine Pollution
 
4. InforMEA Diploma on the International Legal Framework on Biological Diversity
 Introductory course to International Environmental Law
Introduction to Environmental Governance
Introductory course to the International Plan Protection (IPPC)
Course for the National Focal Points for the Convention on the Conservation of Migratory Species of Wild Animals (CMS) and its instruments
Introductory Course to the Convention concerning the Protection of the World Cultural and Natural Heritage
Introductory Course to the Convention on Biological Diversity (CBD)
Introductory Course to the International Treaty on Plant Genetic Resources for Food and Agriculture
Introductory Course to the Ramsar Convention on Wetlands
  
5. InforMEA Diploma on the International Legal Framework on Freshwater Resources
 Introductory Course to the Ramsar Convention on Wetlands
Global framework for a pollution-free planet
Introductory Course to the International Legal Framework on Freshwater Resources
 
6. InforMEA Diploma on the International Legal Framework on Agriculture, Land Degradation and Soil Protection
 Introductory course to International Environmental Law
Introduction to Environmental Governance
Farmers´Rights in the International Treaty on Plant Genetic Resources for Food and Agriculture
Introductory Course to the Convention on Biological Diversity (CBD)
Introductory Course to the International Treaty on Plant Genetic Resources for Food and Agriculture
Introductory Course to the United Nations Convention to Combat Desertification in Countries experiencing Serious Drought and/or Desertification, particularly in Africa (UNCCD)
Global framework for a pollution-free planet
  
Bkz. https://elearning.informea.org/
II.UN SDG: Learn
UN SDG: Learn, sürdürülebilir kalkınma konularında ilgili ve seçilmiş öğrenme çözümlerini bireylere ve kuruluşlara getirmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler girişimidir.
 Climate Change Science & Negotiations
Low Carbon Green Growth Roadmap
Children and Climate Change
Trade and Environment at the WTO
Planetary Boundaries and Human Opportunities
Business Model Innovation for Sustainable Landscape Restoration
Shifting Towards Water-Resilient Infrastructure
E-Training on the Framework for Development of Environmental Statistics (FDES)
E-Training on the Compilation and Application of Environmentally Extended Supply-Use Tables (EE-SUTs) in Africa
 
BM aynı zamanda sunduğu kuponlarla Ubiquity University üzerinden çevrimiçi ve ücretsiz eğitimler vermektedir. Eğitimlerin temel kapsamı sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin öğrenilmesi üzerinedir. Bu eğitimlere UN SDG: Learn üzerinden ulaşarak erişebilirsiniz.
 United Nations SDG Overview Course – Introduction to the SDGs
United Nations SDG 001 – No Poverty
United Nations SDG 002 – Zero Hunger
United Nations SDG 004 – Quality Education
United Nations SDG 011 – Sustainable Cities and Communities
United Nations SDG 012 – Responsible Production and Consuption
United Nations SDG 013 - Climate Action
 
Bkz. https://www.unsdglearn.org/courses/?
  
III. SDG Academy
SDG Akademisi, Birleşmiş Milletler için küresel bir girişim olan Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı'nın (SDSN) çevrimiçi eğitim platformudur.
 Ethics in Action
One Planet, One Ocean
Planetary Boundaries
Sustainable Cities
Global Public Health
Globalization: Past and Future
Age of Sustainable Development
Cities and the Challenge of Sustainable Development
Climate Action: Solutions for a Changing Planet
Climate Change Science and Negotiations
Climate Change: The Science and Global Impact
Conversations with Global Leaders: Leading on Sustainable Development
Conversations with Global Leaders: Leading on Sustainable Development
Environmental Security and Sustaining Peace
Feeding a Hungry Planet: Agriculture, Nutrition and Sustainability
From the Ground Up: Managing and Preserving Our Terrestrial Ecosystems
How to Achieve the Sustainable Development Goals
Human Rights, Human Wrongs: Challenging Poverty, Vulnerability and Social Exclusion
Industrial Policy in the 21st Century: The Challenge for Africa
Macroeconomics for a Sustainable Planet
Measuring Sustainable Development
Natural Resources for Sustainable Development
Sustainable Development: The Post-Capitalist Order
Sustainable Food Systems: A Mediterranean Perspective
Tech for Good: The Role of ICT in Achieving the SDGs
The Best Start in Life: Early Childhood Development for Sustainable Development
Transforming Our World: Achieving the Sustainable Development Goals
Water: Addressing the Global Crisis
Work and Employment for a Sustainable Future
 
Bkz. https://sdgacademy.org/ veya https://www.edx.org/school/sdgacademyx
  
Daha fazla eğitim için bkz.
 1.APCICT Virtual Academy
2.UN e-Learning Platform of the United Nations Statistics Division
3. NBSAP Forum E-Learning
4. FAO elearning Academy
5. United Nations Institute for Training and Research (UNITAR)
6. WTO E-learning
7. SDG Help Desk E-Learning

7 Şubat 2024 Çarşamba

Antakya/Hatay

İnsan büyürken çeşitli travmaların içinden ya da kıyısından-köşesinden geçmektedir. Muhtemelen travmalardan en büyüğü, 'devlet baba' tahayyülünün hiç de ne okul kitaplarında ne de televizyon dizilerinde gösterildiği gibi, toplumu temsil eden grupların ortada hiçbir zaman var olmayan binlerce yıllık geleneğin toplum adına onu koruyup, ortada gözükmeyen şer güçlerle mücadele ettiği bir derin bir yapı olarak görülen bir şey olmadığını anlamak olmalı…Aslına şer olan devlettir ve hükümet içindeki siyasal alana sıkışmış çeşitli çıkarlardır.

Bu topraklarda devlet onlarca kez ölmüştür. Bir yıl önce bugün de tüm kötülüğü ve inşa etmeye çalıştığı tüm anlamı ile birlikte ölmüştür. Hem de 50 binden fazla insanın bir-iki dakikanın içinde diri diri ölmesine neden olarak ölmüştür…

 …hiçbir yere gelmedi ki yardım..daha

Depreme uyanmak bir tarafa gün içinde dehşetin büyüklüğünü kavramak bile çok zordu! Twitter’dakı mesajları tekrar tekrar okuyunca kötü bir şeyler yaşandığı yavaş yavaş kavramaya başlıyordum. En kötüsü de Elazığ, İzmir gibi depremleri görünce, insan uzaktan bakarak sanki Türkiye’de hayatın olası bir parçası diye düşünmeden edemiyordu. Ne de olsa depreme maruz kalan sen değilsin!

Mesajı tekrar okuduğumda, Hatay'da yaşayan Aziz’e yazarken, aslında durumun ciddiyetini yeterince kavrayamadığımı fark ediyorum. Sonra az önce mail üzerinden 50 dakika içinde Aştı’dan kalkan Kamil Koç’a bilet bulup deprem bölgesine kendi çabasıya gitmeye çalışanlar gibi otobüse yetişmeye çalıştığımı görüyorum. Ne yapabilirdim ki..Belki bir yardımım dokunurdu. Ama Aziz’den gelen mesajı sürekli hatırladığım için kesinlike Ankara’da boş-boş oturmaktan daha iyi hissedeceğimi düşünüyordum.


Sabaha doğru İskenderun’a varırken hayatımda ilk defa bir film sahnesine benzeyen bir durumla karşılaşıyorum. Her gün sokakta, okulda gördüğünüz bir şey değil bu. Daha şehire girmeden bilinmeyen bir nedenle limanın yandığını, simsiyah dumanın tüm şehri esir aldığı görüyorsunuz. Müdahale eden kimselerin olmadığını hatırlıyorum. Tüm limanda konteynerler yanarak büyük bir alev oluşturmuştu bile..Duman denize doğru değil tam da dehşetin yaşandığı şehre doğru yükseliyordu. Resimde belli olmasa da, sol tarafa doğru bakanlar, tüm şehrin duman altında kaldığını görebilirdi…Deprem ve yangını bir arada görünce akla ilk gelen şey tüm devlet mekanizmasının çökmüş olduğunu düşünmekti..


İskenderun Limani (7 Şubat - sabah 9-10 gibi olması lazım)
İskenderin Limanı (Sabah 9-10.00/7 Şubat)


İskenderun duman altında 

İskenderun otogarından araç kalkıp Antakya’ya doğru yol alırken yukarıya doğru uzanan dar yollarda çok uzun bir trafik oluşmuştu. Tam hatırlayamasam da 55 km mesafenin 2-3 saat sürdüğünü tahmin ediyorum. Otobüs trafikte yavaş-yavaş ilerlemeye çalışırken karşıdan da sayısız Ambulansın şehirden çıktığını görüyordum..Antakya’da hastane yokmuydu? Iskenderun hastanesinin yıkıldığını biliyordum. Öyleyse bu kadar Ambulans nereye doğru gidiyordu? Muhtemelen Antakya hastanesi de yıkılmış olmalıydı…Zar zor Twitter’da en çok hasar alan yerlerden birisinin Samandağ olduğunu okuyorum. Acaba oraya ambulans gitti mi?

Nerelerden geçtiğimizi bilmiyorum ancak hayatımda bu kadar güzel yaylalar, yeşil alanlar gördüğümü hatırlamıyorum. Keşke deprem yüzünden değil de bir başka nedenle buraya geliyor olsaydım diye düşünmeden edemedim! 

 Antakya’ya varırken İstanbul ve Konya tırı ile birlikte ilerlediğimizi hatırlıyorum. Bu da öğlen saat 12 gibi olsa gerek. Gıda yardımını Konya belediyesinin sağladığını gördüğümden (her ne kadar tam emin değilsem de) yardımın sabahtan önce ulaşmadığını söyleyebilirim. 

Otobüs Antakya otogarına vardığı zaman otogarın deprem dolayısıyla hasar aldığını, içinde kimsenin olmadığını, bir çoğu gelen-giden kimsenin de otogarın dışında otobüslerle birlikte hareket halinde olduğunu görüyorum. Birilerine yıkılan binaların ne tarafta olduğunu soruyorum. Hatırlayamasam da galiba İnönü bulvarına doğru beni yönlendirdiğini ve bulvarı takip ederek en az 1 saatlik yürüme ile merkeze ilerlediğimi hatırlıyorum. 

 Etrafta ayakta kalan binalar olmasına rağmen merkeze yaklaştıkça artık yıkılan binalarla karşılaşıyorsunuz. En korkunç görüntü ise birkaç km boyunca yolun sağ ve sol tarafında neredeyse tüm binaların yıkılmış olduğunu görmekti.. 

Romanya'dan bir ekip
 Yol üzerinde yavaş-yavaş insan sayısı artmaya başlıyor. İlk karşılaştığım kurtarma ekibi Romanya'dan gelen ekipti ve ekip tamamen dağılmış bir binanın içine yola açararak girmeye çalışıyorlardı. Binanın üstüne çıkmış insanlar bir yol bulup dağıntılar içinden yol açmaya çalışıyorlardı. Burada bir şeylere yardım etmeye niyetlensem de mümkün gözükmüyordu. Zaten küçük bir grup insan yorgunluktan bu binanın karşısında oturmuş olanları izlemekteydi. Ortada hiçbir alet olmadığı için de yapılacak bir şey yoktu!

İlk kalp kırıcı görüntü ise az ilerde bir kişinin elinde çekiç benzeri bir aletle daha tam olarak yıkılmamış binanın molozları üzerinde taşları kırmaya çalıştığını görmemdi.


İnsanlar tamamen çökmüş binanın içine girmeye çalışıyor.



Anda Derneği Arama Kurtarma Ekibi







İleride bir Migros marketinin içinde insanların içecek-yiyecek bakındığını ve yıkılmamış 7-8 binalık bir sitenin bahçesinde oturduğunu görüyorum. 

Yol üzerinde bir asker her an yıkılmakta olabilecek olan bir binanın önünde durarak insanları uyarıyordu.

Yine yol üzerinde Mersin’den şehre daha yeni gelmiş çevik kuvvet ekibinin otobüsten indiğini görüyorum. Gün içinde başka bir yerde bu ekibi gördüm mü hatırlamıyorum.

Merkeze doğru yaklaşırken yıkılan onlarca binanın yanında yöresinde kimse yoktu. Dümdüz yolda binalar kendi kaderlerine terk edilmişti! Zaten hangi binaya koşturulabilirdi ki! Hangi binanın daha az hasar aldığını içine girmenin mümkün olduğunu tahmin etmek zordu. Birkaç binanın önünde bir şeyler yapmaya çalışan birçok kimsenin kendi ailesine ulaşmaya çalıştığını görebiliyordunuz. Birçoğu binanın önünde ise kimse yoktu. Muhtemelen depremle birlikte herkes o binanın içinde kalmış veya ölmüştü. Seslerini duyurabilecekleri ise kimse yoktu!


Denizli Büyükşehir İtfaye

Merkezde ise ilk gördüğüm şeylerden birisi artık Kızılay çadırlarının çoktan kurulmuş veya kurulmakta olduğuydu. 15 Temmuz Parkında ise Ankara belediyesinin çadırları kurulmuş ve bir çok STK veya Dernek de insanlara yemek dağıtmaktaydı. Konya belediyesinin yemek tırı parkın önünde durmuş ve birazdan insanlara konserve veya yemek dağıtacaktı. Birkaç saat içinde başka tırlar da gelmeye devam etti. Tırlardan birisi yeni giysi-kıyafet ayakkabı çocuk bezi gibi şeyler getirmişti. Birçoğu insan-çocuk parkta oturmuş veya çadırın içindeydiler.

Oradaki Kızılay’dan hemşire olan birisine ne yapabileceğimi sorduğumda ise aldığım yanıt; ''biz de yeni geldik daha ne yapacağımız söylenmedi'' şeklindeydı. Oradaki doktorların İzmir’den geldiğini hatırlıyorum. 

Yapı Kredi Arama Kurtarma Ekibi
Parkın etrafındaki tüm binalar ise yıkılmıştı. Şehir neredeyse dümdüz olmuştu. 4-5 km boyunca en fazla 10-15 traktör ve sadece 1 tane vinç vardı. Muhtemelen en fazla 3 tane arama kurtarma ekibi vardı. Ben oraya gidene kadar ne yapmışlardı bilmiyorum ancak ben oradayken bir şey yapamadıkları ortadaydı.

Burada Yapı Kredi Kurtarma Ekibi bu binaya müdahele etmeye çalışıyor. İçeride 5 çocuklu bir aileden herkes ölmüş ancak sadece anne kurtulmuştu. İçeriden sesi geliyordu. Ancak kurtarılamıyordu. Resimde görülmese de orada bir adam çıplak eli ile yol açmaya çalışıyordu. Arama Kurtarma ise bir şeyler yapmaya çalışsa da vinç olmadan oraya girmenin mümkün olmayacağını söylüyordu.

Çoğu insan yalın el ile binalara girmeye çalışıyordu. Molozları kaldırıyordu. Ciddi bir uğraş vardı. Ancak aynı zamanda da hiçbir ekipman yoktu. Traktörün olduğu yerde dağıntılar kaldırılırken bazıları da içeri doğru giriyordu. Merkezde hemen parkın karşısındaki alan dümdüz olmuştu. İçinden ancak ceset çıkıyordu.

Son olarak; uzun-uzun yazmak istemiyorum ancak şu konuya da mutlaka değinmem gerekiyor. En ciddi şekilde çaba gösterip sonuç elde eden grup ASKERLERDİ. Bir bina içine girmeyi başarmış birçoğu kişiyi kurtarmışlardı. Kurtarılan kişiler yerde yaralı bir şekilde yatırılmıştı. Gözümün önüne iki tane askerin yaşlı bir teyzeyi kurtardıkları an geliyor. Hem de 30 saat sonra! 

Havada sürekli şehre gelmekte olan helikopterleri görmek mümkündü. Askerler bir binaya girdikten sonra soluk vermeden diğer binaya geçiyorlardı. Merkezde bir askere nereden geldiklerini sordum. Reyhanlıdan bir tabur askerin buraya yönlendirildiğini söyledi. Askerle konuşurken bu sefer küçük ama uzun bir deprem daha oldu. Şehir hala sallanıyordu. 


Şehir Merkezinde arama kurtarma yapan askerler ''Bura hemen bitsin yan binaya geçeceğiz'' diyorlardı.


Şehir merkezi. Birazdan buraya yeni çadırlar kurulacak.





15 Temmuz Milli İrade Parkı. Tüm tırlar buraya geliyordu. Yemek-giysi dağıtımı buradaydı.







Traktör yol açabilse yanda bekleyen 2-3 kişi içeri girecek.

Toza dönmüş binalar


En kötü hasarı alanlar eski binalardı. Ancak yine de bu şekilde ayakta kalan eski-yeni binalar vardı.




Buradan onlarca ceset çıktı.


Bu şehir nasıl da güzel bir şehirmiş!


Tüm anıları, hayatları, büyüdüğü bu şehir yok olurken geride kalanlar bu acıyla nasıl yaşacaklar?